AB-Türkiye ilişkileri üzerine

Ömer Faruk ÇOLAK EKONOMİ ATLASI dunyaweb@dunya.com

Hırvatistan AB üyelik müzakerelerine 3 Ekim 2005 tarihinde Türkiye ile birlikte başladı, ve aradan yedi yıl geçti, tüm fasıllarda müzakereleri tamamladı, nihayetinde de AB'ye katılım anlaşmasını imzaladı. Hırvatistan 2013 yılında AB üyesi.

Hırvatistan bu katılımı başarırken, Türkiye neden başaramadı? Hatırlıyorum Türkiye'nin 3 Ekim 2005 tarihinde Avrupa Birliği (AB) ile tam üyelik görüşmeleri başlaması kabul edildiğinde, Ankara'da havayı fişekli  kutlamalar yapılmıştı. Bugüne kadar tam üyelik için bazı fasıllar açıldı, bazıları açılmadı, açtırılmadı ya da biz açılmasını istemedik. Geldiğimiz noktada artık Türkiye'de AB'ne bir an önce üye olmamızı savunan da kalmadı. AB üyeliği konusunda kör topal hevesini koruyanlar olarak, ben sadece iki işveren örgütünü TÜSİAD ve TİSK'i görüyorum.

Bu olumsuz tablonun oluşumunda elbette Fransa ve Almanya'nın sağcı partilerin liderleri Nicolas Sarkozy ile Angela Dorothea Merkel'in payı büyük. Fakat bizim payımız, onlardan da büyük. AKP iktidara geldiğinde, partinin AB'ye giriş konusundaki tavrına çoğu kimse şüphe ile bakıyordu. Ancak başlangıçta öyle olmadı. Doğrusu birkaç yıl üyelik yönünde ciddi çaba sarf edildi. AB'nin temel felsefesine uygun kavramlar öne çıkartıldı: özgürlük, eşitlik, demokrasi gibi. AB üyeleri de AKP'yi çok sevdi. AB'nin bir çok alt örgütlenmesinin liderleri her daim Türkiye'de arz-ı endam etmeye başladılar. Bu dönemde ülkemizin sol muhafazakarları AB karşıtlığı konusunda yanlız kaldılar.

Ancak işler 2007 seçimleri sonrasında değişti. Sanki Hükümet için AB artık fuzuli gelmeye başladı. Sağ ve sol muhafazakarlar aynı noktada buluşmuş oldular.

Bu süreçte gelen 2008 krizinin, AB ülkelerini ciddi bir ekonomik krize sürüklemesi, Türkiye'de iktidarın elini iyice rahatlattı. Öyle bir havaya girildi ki, kimi Bakanlarımızın AB'ne, gelin sizin ülkenizin ekonomisini biz idare edelim deme noktasına taşıdı.

Bu sözleri duyduktan sonra Hükümetin hatta Muhalefetin, AB'yi pek umursamadığına kanaat getirdim. Halbuki AB Türkiye'nin ciddi bir ekonomik partneri. 2011 yılı sonu itibari ile ihracatımızda AB'nin payı yüzde 46.2, ithalatımızdaki payı ise yüzde 37.8. Avrupa Birliği'ne 2011'de 62 milyar dolarlık ihracat yapmışız, ithalatımız ise 91 milyar dolar. Yani bizim muhafazakar solcularımızın ifadesi ile AB bizi açık pazar yapmış değil.

Aslında söylemek istediğim AB'ne sadece ekonomik nedenlerle üye olmamız gerektiği değildir. Benim AB üyeliğinden anladığım bir yaşam biçimi, insan hakları ve kurallar silsilesidir. Basit bir ifade ile, AB'ne üye bir ülkenin başkentinde engelli bir kişi özel aracı ile rahatça gezebilir. Ama bunu Ankara'da yapamaz.

Türkiye'de aslında bir çok kesim AB'ne üye olmamaktan çok memnun aslında. Temmuz ayından sonra AB'de dönem başkanlığını Kıbrıs Rum Kesimi yönetecek. Al sana bir bahane daha.

Niye AB üyesi olalım ki. Ülkemizde halkımız istediği gibi eşini bıçaklıyor, ideolojisini beğenilmeyen yakılabiliyor, öğrenci parasız eğitim istedi diye dövülebiliyor. Bundan daha özgür bir ülke olabilir mi. (Küçük bir anı. Birkaç yıl önce Almanya'da Duisburg kentinde idim. Dünya Barış Günü nedeni ile gösteri vardı. Ben de izlemeye başladım. Birisi omzuma vurdu. Eski bir öğrencim. Almanya'ya yerleşip, gazeteci olmuş. Ona bak dedim, burada gösteri yapanları, polis izliyor, birazdan müdahale eder. Öğrencim, Hocam polisler göstericiler için değil, belki Neo-Nazileri göstericileri engeller diye buradalar dedi).

Tüm yazılarını göster