2010 daha güzel olacağa benziyor, ama…

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Ayağınızda, dizinizde hiçbir sorununuz yok, arada bir ufak tefek ağrılar oluyorsa da iyi sayılırsınız, rahat ve uzun yürüyüşler yapabiliyorsunuz. Yürümelerinizi rutine bindirmişsiniz, günlük beş-altı kilometrelik bir hedefiniz var ve bu mesafenin altına hiç inmiyorsunuz. Ama bir gün belediyenin malum çukurlarından birine denk gelen ayağınızı burkuyorsunuz. Tamam, sorunun kaynağı siz değilsiniz, ama burkulan sizin ayağınız. Hatta küçük bir çatlak bile var. Uzunca bir süre, evin içinde baston yardımıyla ve değil kilometre, belki toplam yüz metre ancak yürüyor, uzun bir zaman sonra yürüyüşlere başlayabiliyor ve kilometreye yaklaşıyorsunuz. Aradan uzun bir zaman geçiyor, ayağınız artık daha iyi, ama günlük yürüme mesafeniz henüz iki-üç kilometreye ancak çıkmış. Durumunuzun bir muhasebesini yapıyorsunuz. Önce "hiç yürüyememe durumundan iki-üç kilometreye çıktım, buna da şükür" diyorsunuz. Sonra, eski durumunuz aklınıza geliyor, "eski performansımın halen çok altındayım" diye hayıflanıyorsunuz.

İşte Türkiye de bu durumda. ABD'nin açtığı çukurda ayağımızı öyle bir burktuk ki, ancak yeni yeni biraz rahatladık, rahat basar duruma geldik. Peki şimdiki durumumuzu sorunsuz günlerimizle mi kıyaslamalıyız, yoksa aksadığımız günlerle mi?

Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, aralık ayında ihracatın şahlanacağını, sanayi üretimindeki artışın da kasımda biraz duraklasa da daha sonra artışa geçeceğini söylüyor. İhracatın ve sanayi üretiminin şahlanacağı gerçeğinin altında yatan, yalnızca ama yalnızca baz etkisi. Türkiye, geçen yılın ilk dokuz ayında aylık ortalama 11.7 milyar dolar ihracat yapmış; ihracat ekimde 9.7, kasımda 9.4 milyara inmişti. Aralık ayının ihracatı ise yalnızca 7.7 milyar dolardı. Bu yıl aralıkta, ekimdeki kadar, yani 10 milyar dolayında bir ihracat yapsak, alın size yüzde 30'luk artış.

Şimşek, ihracatın yanı sıra sanayi üretiminde de, kapasite kullanımında da hızlı artışlar olacağını söylüyor. Evet, olacak; bir çok göstergede geçen yılın aynı dönemine göre kayda değer artışlar ortaya çıkacak. Ama biz geçen yıl bu dönemlerde zaten yürüyemiyorduk ki. Sanayi üretim endeksinde geçen yılın ilk on bir ayının ortalaması 115'ti, aralık ayı endeksi ise 94. Dolayısıyla bu yıl aralıkta geçen yıla göre tabii ki bir şahlanma olacak. 

Gerçekçi değerlendirme yapmanın iki yolu var:

Birincisi; takvim ve mevsimsellik etkisinden arındırılabilecek ya da bu etkiye maruz kalmayacak verilerde önceki yıla değil, önceki döneme göre olan değişime bakmak gerekiyor.

İkincisi; ne durumda olduğumuzu sağlıklı bir şekilde görebilmek için tabloyu kriz öncesindeki durumla karşılaştırmak gerekiyor.

Bunları yapmadığımız takdirde, nasıl krizin göbeğindeyken önceki yılla yapılan kıyaslamalarda hataya düşmüşsek, şimdi de hataya düşmekten kurtulamayacağız.

Maliye Bakanı Şimşek, IMF ile anlaşma imzalamaya gerek duymadan ekonomiyi iyi yönettiklerini de dile getirdi. Doğru, şöyle ya da böyle IMF'den kaynak talep edilmeden krizin şimdiye kadarki dönemi geride kaldı. Ama acaba biz IMF'ye bu dönemde çok ihtiyaç duyar durumda mıydık, bunu hiç tartışmıyoruz. Krizde daralan ekonomi ve buna bağlı olarak iyice küçülen ithalat, ticaret açığı ve cari açık, dış kaynağa olan ihtiyacımızı en aza indirmedi mi? Acaba ekonomi dünya rekorları kırarak ilk dokuz ayda yüzde 8.4 daralmasaydı, yani ithalat ve cari açık daha yukarılarda oluşsaydı, bu dönemi yine de IMF kaynağına ihtiyaç duymadan geçirebilir miydik? Dolayısıyla, ekonominin genişleyeceğinin beklendiği, umulduğu yeni yılda da IMF'siz devam etmek mümkün olabilecek mi, sorun burada. Ve şu da önemli değil mi; IMF ile anlaşmayı, bu kuruluşun kaynaklarına ve desteğine çok ihtiyaç duymadığımız şu dönemde mi imzalamak yararımızadır, yoksa ihtiyacımızın belirgin bir şekilde ortaya çıktığı dönemde imzalamak mı?    

Tüm yazılarını göster