2001 benzeri bir kriz olasılığı var mı?

Alaattin AKTAŞ EKO ANALİZ ala.aktas@gmail.com

Bu köşede dün üretici ve tüketicinin gidişattan ne kadar yakındıklarını ortaya koyan rakamları irdeledik. Özellikle, reel sektörün, ekonomiye bakışındaki olumsuzlukta 2001'den sonraki en karamsar dönemi yaşıyor olması dikkat çekiciydi. Bu durum, kendi kendimize benzer bir krize yakın olup olmadığımızı sormamıza yol açtı.

Reel sektör kuruluşlarının ekonomik gidişata ilişkin düşüncelerinin çok bozulmuş olması, elbette ülke ekonomisinin krize girmesi için yeter şart değil. Ama, tümüyle göz ardı edilmeyecek kadar da önemli.

Dikkate alınması gereken bir detay var. Bugün için herhangi bir kriz olmadığını söylüyor, bunu savunuyoruz. Hem de bu görüşümüzü biraz "halk diliyle" ifade ediyoruz. Ama, bazı gerçekleri gözden kaçırıyoruz. Bir kere, hiçbir ekonomik kriz, birbirinin tıpatıp kopyası değil ki. Aradan geçen yıllar içinde ülke koşulları da, dünya koşulları da mutlaka, ama mutlaka değişiyor. Hani "bir aynaya iki kez bakılamayacağı" gibi, "aynı nehirde iki kez yıkanılamayacağı" gibi... Yani zaman kavramı, ekonomide de hemen hemen her şeyi değiştiriyor.

Türkiye ekonomisinde temel dönüşümler anlamında kilometre taşları var. Bunların en önemlisi 24 Ocak 1980 kararları sürecinde atılan adımlar kuşkusuz. Bir diğeri ise Şubat 2001 krizinden sonraki politika değişikliği.

2001'den sonra, dolaylı biçimde müdahaleler yapılıyor olsa da başta söylenene sadık kalındığını izliyoruz. Neydi söylenen; "döviz ve faizin ikisini birden kontrol etmek mümkün değildir, o yüzden biz faizi kontrol edecek, dövizi serbest bırakacağız ve döviz fiyatları dalgalı bir şekilde piyasada belirlenecek". Ayrıca, sert dalgalanmalara müdahale kapısı açık bırakılmıştı ve çok sınırlı kalmak üzere doğrudan müdahaleye de birkaç kez başvuruldu. Ama dövizin düzeyini belirleyen faiz oldu; istendiği kadar aksi söylensin, söylenmeye devam edilsin.

Ekonomide işler ne zaman kötü gitse, herkesin aklına 2001 benzeri bir ekonomik kriz geliyor. Peki bu dönemde, 2001'dekine benzer bir kriz yaşama olasılığımız var mı?  2001 ile 2008 arasındaki en temel farklılık, döviz-faiz politikasındaki tercihte yatıyor. Cumhuriyet tarihinin o en büyük krizine girmemizin en başta gelen nedeni, IMF'nin dayatması ve Türkiye'yi deneme tahtası olarak görmesiyle uyguladığımız "bant içinde giden kur" politikasıydı. Hatırlayalım; neydi Merkez Bankası'nın o dönemdeki resmi taahhüdü: "Döviz getirene, daha önceden ilan edilmiş o günkü kur üzerinden istediği kadar TL, TL getirene de istediği kadar döviz verilecekti."  Yani yabancıya, "kur garantisi" verilmiş oluyordu. Kur yönünden hiçbir risk yoktu. Nitekim risk olmadığı da krizle birlikte anlaşıldı; elindeki TL cinsi varlıkları hızla boşaltan yabancılar, hem bu varlıkların fiyatının düşmesine yol açtılar, hem de koşa koşa Merkez Bankası'nın kapısına dayanarak döviz almak suretiyle rezervleri bir anda eritir duruma geldiler. Merkez Bankası'nın nefesi kesilince de, kur politikasını değiştirmek zorunda kalındı.

Bugün için durum, en başta kur politikası dolayısıyla farklı. Yabancıya ilan edilmiş bir kurdan döviz verecek bir Merkez Bankası yok. Yani, yabancı için "kur garantisi" yok. Ama kur garantisinin yerini "kar garantisi"nin aldığını söylemek de pek yanlış olmasa gerek.

Yabancı yatırımcı Türkiye'de yaklaşık 47 milyar doları hisse senedinde, 28 milyar doları devlet iç borçlanma senedinde olmak üzere 76 milyar dolar civarında Türk parası cinsi varlığa sahip. Küçük miktarda da TL ve döviz cinsi Dş var. Rakamın büyüklüğü, nasıl değerlendirdiğinize bağlı olarak, hem avantaj, hem dezavantaj. Avantaj; çünkü bu miktarda varlığı satmak, satarken de zarara yol açar, dövize geçme sırasında da. Dezavantaj; çünkü bu miktarda bir TL varlığının yüzde 10 ya da 20'sinin bile dövize çevrilmesi Türkiye ekonomisini sarsabilir.

Reel sektör feryat ediyor; bu feryat anketlere yansıyor. 1994'te iyimser-kötümser farkı negatif yüzde 60'lara, 1998'de yüzde 50'lere, 2001 krizinde ise yüzde 65'lere düşmüştü. Şimdi bu oran yine negatif yüzde 38. Ama şu ayrıntı önemli; örneğin 2001'de, şubattan sonra yüzde 65'leri görmüştük, yani kriz patlak verdikten sonra. Oysa şimdi, somut bir kriz yaşamıyorken oran böylesine düşüyor.

Ortada kriz yokken, reel sektör neden böylesine feryat ediyor peki? Yoksa, acaba aslında bir kriz, haydi daha ılımlı söyleyelim, bir ekonomik darboğaz yaşıyoruz da, 2001'den çok farklı olduğunun mu farkında değiliz?

Tüm yazılarını göster