Twitter'ın Türkiye avukatı DÜNYA'ya konuştu
Google ve Twitter’ın Türkiye’deki avukatı olan Gönenç Gürkaynak, TÜSİAD’ın etkin bir üyesi. Son Yolsuzluk Araştırması çok ses getirdi. Gürkaynak, "Halkı hukukla barıştırmadan demokrasi ve kalkınma gelmez" diyor
Abone olTÜSİAD’ın Yolsuzluk Araştırması Projesi Başkanı genç bir avukat o. Şimdi TOBB önderliğinde yapılanan B20’nin yolsuzlukla mücadele görev gücü eş başkanı. Twitter’ın ve Google’ın da aralarında olduğu yüzlerce dev şirketin hukuk işlerini yürütüyor, çeşitli üniversitelerde düzenli olarak hocalık yapıyor. Yakınlarda Prof. Daron Acemoğlu ile konuşma yaptıkları “Özgürlük ve Ekonomik Büyüme” konferansı ile dikkatleri yine üzerine çekti. Farklı olabilme cesaretini hem imajı hem de açıklamalarıyla ortaya koyan Gönenç Gürkaynak, henüz 39 yaşında. Ankara Üniversitesi Hukuk mezunu. İstanbul’da 3 yıl avukatlık sonrası Harvard’da asistanlık ve yüksek lisans dönemi... Mezun olunca New York’ta baroya kabul edilip avukatlık yapmış. Microsoft davası çıkınca Brüksel’e gitmiş ve Amerikalı avukatlarla Avrupalı avukatlar arasında rekabet hukuku açısından köprü görevi görmüş. Bu esnada İngiltere’de baro sınavını geçip “Solicitor” unvanını almış. Ardından 2005’te Türkiye’ye dönüşü ve ELİG Ortak Avukat Bürosu’nun kurulması... Dünyanın her ülkesinde avukatlık yapabilecekken Türkiye’de, hem de ‘memleketinin’ derin sorunları ile iç içe alanlarda yer alan Gürkaynak, Türkiye’nin geleceğine dair umut veriyor.
►Hukukla büyüme arasındaki ilişkiyi siz nasıl formüle ediyorsunuz?
“İyi olan kazansın” yarışında girişimcinin iştahını korumak açısından hukuk çok önemli. Yapılan bilimsel çalışmalar demokratikleşme ile iktisadi büyüme arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu artık zaten ortaya koyuyor. Bu bulgular da toplumunun yürüyüş yoluna kendi katkısını umursayan her hukukçuya çok önemli görevler veriyor. Demokrasinin günlük alandaki olmazsa olmazı ifade özgürlüğüne dair eksikler inovasyonun önünde de çok ciddi bir engel. Fikirler pazarı serbestleştikçe fikirler kalite kazanıyor. Hukukun suiistimalleri engellemesi de yine etken. Eğer Türkiye’de inovasyona yönelen bir firma gün gelip de ‘ihalelerde ben daha iyi ürünü daha iyi şartlarla sunuyor olmama rağmen kazanamıyorum’ noktasında kalırsa ‘niye yenilikçi ürün üretmekle uğraşıyorum ki’ diye sorgulayacaktır. Bunlar hukukla ilgili alanlardır ve doğrudan refahla ilgili sonuç doğurur. Toplum katmanları yeni teknolojiye ve ürünlere erişemezse, toplum gerçek potansiyelinde büyüyemez. Türkiye’nin gerçek büyüme potansiyelinin yüzde 2.9 olup olmadığı sorgulanmalı, tatmin olunmuyorsa önce hukuka bakılmalıdır.
►Hukuk olmayan bir ülkede kalkınma olmayacağına dair algı ne seviyede Türkiye’de?
Bunun her düzeyde tam olarak algılandığını sanmıyorum. Örneğin, önüme sık konulan konulardan biri, Çin örneği. ‘Çin’de özgürlük yok, çok ciddi bir büyüme var, demek ki özgürlükle büyüme arasında doğrudan bir ilişki yok’ deniliveriyor. Oysa, artık çok sağlam verilerle demokratikleşmeyle büyüme arasında doğrudan bir ilişki olduğu ortaya konulmuş durumda. Bunun tartışılacak bir tarafı yok.
►Burada kime refere ediyorsunuz?
Burada dünya çapında iktisatçımız ve kıymetli dostum Daron Acemoğlu’na refere ederim en fazla. Bu alanda yapılmış ciddi çalışmalar var. Örneğin Nobel ödüllü Hintli ekonomist Amartya Sen’in bulduğu ciddi bağlantılar var. “Öyleyse Çin istisnadır” demiyorum. Çin’e her gidişimde bir önceki Çin’den daha özgür bir ülke ile karşılaşıyorum. Kendi parametrelerine göre daha özgür. O kadar büyük bir yapı ki, ondaki birim özgürleşme daha ciddi bir refaha yol açıyor. Ayrıca, yarı kölelik sistemiyle ihracat artığı yaratıp o artıkla şehirleşmeye yüklenme modeliyle büyümenin sürdürülebilir olmadığını da fark etmiş durumdalar. Dolayısıyla, dönüşümü yaşıyorlar. Oysa Türkiye kendi sınıfının parametreleriyle açıkça geri düşmekte. Bu noktada, eğitim bacağı son derece önemli. Temel bilimlerde mükemmel olmak zorundasınız. Fen ve matematik alanlarında güçlü olmayan ülkeler taşeronluk yapmaya mahkum kalıyor.
►TÜSİAD bünyesinde hazırlanan ve katılımcıların yüzde 46’sının ‘önümüzdeki dönem yolsuzluk artacak’ dediği yolsuzluk raporunun sunuşunu siz yaptınız. Bu rapora nasıl tepkiler aldınız?
Genel olarak iyi tepkiler aldık. Elbette, her veriyi fanatik bir süzgeçten geçirip en ufak ürküntü duyduğunda da radikal tepkiler vererek muhatabını doğal ekseninden çıkartmak isteyen belli zihinlere penetre etme imkanı bulamadık. Ülke için hassas ve önemli bir alanda çalışma yaparken bu tepkiler de caydırıcı olacaksa çalışma yapılabilir alanlar çok dar ve kısır kalmaya başlayacaktır. O nedenle, ülkedeki az sayıda düzgün ve tutkulu sivil toplum kuruluşunun “meyve veren ağaç taşlanır” durumunun bir miktarına tahammül etmesi gerekiyor. Sonuçta TÜSİAD olarak şu mesajı verebildik sanıyorum: Bu, siyaset sahnesi ile ve siyasi güç mücadelesi ile değil toplumsal refah ile alakalı teknik bir çalışmadır. 800’ü aşkın iş insanı ile görüştük ve çarpıcı sonuçları oldu. Bu yıl Türkiye’nin G20 Başkanlığı’nda Sayın Babacan’ın da himayesinde B20 bünyesinde benim eş başkanı olduğum görev gücü de yine bu alanda önemli fikirler üretmekte.
►Bu tip iddialı işlerde, ‘böyle bir çalışma ile yolsuzluk mu engellenecek’ eleştirisi de gelebiliyor...
Bir defa umutsuzluk söylemlerini, halka tepeden bakmaları ve mukayeselere dalıp kendi yaptığımız işi anlamsızlaştırmayı bırakmamız lazım. Bütünlükçü bakma gücümüzü kaybettikçe enerjimizi de yanlış konulara odaklıyoruz. Bakın geçtiğimiz hafta Robert Kolej’e acaba torpille öğrenci girdi mi girmedi mi tartışması yaşandı. Aynı esnada, avukatlar adliyeye girebilmek için arbedeler içinden geçmek zorunda bırakıldılar. “Memleketin bu kadar sorunu varken Robert Kolej’deki bir öğrenciyi mi düşüneceğiz, yahut savcıyı ofisinde koruyamıyorken avukat haklarıyla mı ilgileneceğiz” gibi umutsuz mukayese bataklıklarına girerseniz, treni yakalama şansınız elinizden gider. O kamptan bir öğrenci gitti, bu kamptan bir çocuk gitti, derken, toplum yarım yarım yas tutar hale geldi. “Bir vakıa var, birisi öldü, üzüntülüyüz” noktasına gelinemiyor bir türlü.
Bizim bahçemiz kel, nasıl sulayacağız onu?
Özgecan olayından hemen sonra ‘idam edelim, o da yetmez önce hadım edip sonra idam edelim” diyenlerin kontrolsüz telaşı, tartışılması gerekenin de tartışılmamasına yol açtı. Dolmuşlara GPS cihazı takma zorunluluğu getirmeyi düşünene kadar katil olan insanın neden katil olduğunu anlamamız lazım. Bu katile empati kurup kucak açma işi değildir. Katilin babası annesini dövüyormuş. Babasının babası ne yapıyormuş acaba? Biz bu treni nerede kaçırmışız? Bizim bahçemiz kel, bizim bahçemizde rengarenk çiçekler yok. Nasıl böyle olduk, nasıl sulayacağız bu bahçeyi? İdamla sulamayacağız herhalde... Başkasının bahçesine de bakacağız, sen nasıl yaptın abi diyeceğiz. Onun kendi farklılıklarıyla birkaç kuşak önce samimiyetle kucaklaşmaya başladığını göreceğiz. Bu virajı da idam tartışarak geçirirsek bizim kuşak da kaçıracak treni. Hadi minibüslere GPS cihazı taktın, kartopu attığı için gazeteci bıçaklayan adamın bıçağına da mı GPS cihaz takacaksın?.. Gittikçe fanatik ve gaddar oluyoruz. Hepimiz. Bütün sorunların temelinde de bu ürkütücü durum yatıyor.
►Bu ortamda sosyal medya kişilerin bir özgürlük alanı olarak ortaya çıktı. Bir hukukçu, Twitter ve Google’ın da avukatı, bir akademisyen olarak oradaki mücadeleye nasıl bakıyorsunuz?
Müvekkillerim adına en ufak söz söyleyemem. Kendilerinin sadece Türk hukuku desteğini veriyorum ve onların politikalarını yahut konulara yaklaşımlarını ben tayin etmiyorum. Dolayısıyla, söylediğim herşeyi kendi şahsi görüşüm olarak dile getirmekteyim. Sosyal medya bana göre ifade özgürlüğünün en katışıksız yaşandığı alanlardan biri. Özgürlüksüzlüğün kurumsallaşması durumunun ilacı özgürlüğü azalanın dayanışması ise, özgürlüğünün azaldığını düşünenlerin dayanışması için en uygun alanlardan biri şüphesiz sosyal medya. Ülke olarak baskının baskıyı besleyip takip ettiği bir bürokratik devlet tahakkümü töresinden geliyoruz. Baskının bitiş anlarında stratejik olarak özgürlükçü söylem tutturan bir takım insanlar türeyebiliyorlar. Bunun kırılması için o özgürlükçü çekirdeğin, özgürlüğü özgürlük için isteyen bir ısrarla yola devam etmesi ve halka ulaşması gerekiyor.
►Burada hukuka geri dönüyoruz.
Aynen öyle. O hukuk halkın hukuku olmalı. İnsanların içselleştirmedikleri bir hukuku koruyup kollamasını bekleyemeyiz. Ne yazık ki özgürlük mücadelesinde olanlar ya halka tepeden bakma adeti geliştiriyorlar ya da halkın kendilerinden ibaret olduğu sanrısını.
►Hukukçu da halka tepeden bakmakla eleştirilir aslında ama...
Hiç böyle olmayan hukukçular da çok. ama toplumun algılamasında böyle bir sorun var, evet. Bence bir elit jargonu olmaktan öteye geçememiş olan Osmanlıca hukuka o kadar uzun zaman hükmetti ki, hukukçunun da halktan kopmasına yol açtı.
Oğlum, babamın elindeki cevizi almak için çabaladığında hatırladım
Gönenç Gürkaynak’ın ağabeyi Refet Gürkaynak da iktisat profesörü. Ağabey Princeton’lu, Gönenç Gürkaynak ise Harvard’lı. Peki nasıl bir ailede yetişmişler? Gürkaynak, biri ODTÜ’de diğeri Ankara Üniversitesi’nde emekli olan iki profesörün oğlu. “Benim de şimdi 2 yaşında bir oğlum var; Mehmet. Annemle babamın onunla ilişkisini izlerken kendi çocukluğumu biraz analiz edebiliyorum. Bir amaç sahibi olmayı, bir şeyi arzulayıp istemeyi, bunu da kırıp dökmeden yapmayı öğretmeyi hep gündemde tutmuşlar. Örneğin Mehmet fındık fıstık saldırısına geçtiğinde dedesi kendi avcuna örneğin bir ceviz alıyor ve kapattığı parmakları tebessümle açmasını istiyor. Onları izlerken hatırladım ki bana da bunu yapardı. Bir sonucu hak etmek... Bunu hep yapmak tabii ki sağlıklı olmaz ama aralara ince ince bunu koyuyorlar. Liseden itibaren her yaz her tür işte çalışmaya gönderildik. Bugün ben de genç insanları işe alırken CV’de ‘ben ansiklopedi sattım’ görürsem özellikle ilgimi çekiyor. ‘Bu adam ekmeğine saygıyı bilir, öyle kolay kolay kırılıp dökülmez, hayatla ilgili bir fikri vardır, farklı insanlar tanımıştır’ diyorum.”
Stajyer olarak girenler şirket ortağı oldu
Bilkent Hukuk'ta ders veren Gönenç Gürkaymak, yazılar yazıyor, uluslarası şirketlere hukuk hizmeti verdiği için çok yoğun seyahat ediyor. Zamanı doğru yönetebilmesinin sırrını soruyoruz. Çok kaliteli, iyi yetişmiş ve doğru odaklanabilen bir ekiple çalışmasının en önemli faktör olduğunu vurguluyor. Gürkaynak, birkaç gün önce 10’uncu yılını kutlayan avukatlık bürosuna stajyer olarak giren bazı avukatların bugün ortak pozisyonuna yükseldiğini gururla anlatıyor. 55 hukukçunun bulunduğu büyük bir büro haline gelmiş ELİG.
Rekabet hukuku, yolsuzlukla mücadele yani regulasyon, Gürkaynak'ın alanı. Birleşme ve devralmalar da büro dahilinde yönetiliyor. Davalar da. Hiç yapmıyoruz dedikleri iş vergi hukuku. Boyner'in YKM'yi devralma işini yapmışlar örneğin. Rekabet hukuku, banka finans, şirketler hukuku gibi tüm alanlar bütünleşik şekilde bürodan yönetilmiş. Gürkaynak, geçenm yılki kapatılma sonrası avukatlığını üstlendiği Twitter ve 10 yıldır avukatlığını sürdürdüğü Google ile ilgili sorularımızı ise müvekkil bilgisi veremeyeceğini belirterek yanıtlamıyor.
Bana kapıları açan hangi çevreyi İstanbul'a getirmiş olabilirim?
Gürkaynak yıllarca Türkiye dışında çeşitli ülkelerde avukatlık yapmış. “Hep bana sorarlar, niye geri döndün diye” diyor ve devam ediyor: “Türkiye, yaptığını iyi yapan insana iyi davranıyor. Türkiye ülke olarak kaygı verebilir insana ama bu nedenle memleket terk edilecekse o zaman hayatta neyle ilgili tutkulu olunur, hiçbir fikrim yok. Öğrencilerimden özellikle bu yönde sorular gelince büyük kaygı duyuyorum. Zannederim ailelerin çocuklarına verdiği bir kaygı ve hedef bu. Türkiye'den çıkıp gitmek. Kaygı verici buluyorum bunu. Türkiye'den efsaneler var. Örneğin, avukatlığa atılacaksan çevren çok iyi olmalı yoksa başarısız olursun... Söyledim işte size. Ankara'daki iki devlet üniversitesi profesörünün çocuğuyum ben. Ben bana avukatlıkta kapı açacak hangi çevreyi İstanbul'a getirmiş olabilirim? Gençlerimiz yurt dışına kapağı atma kafasından çıkıp kendilerini bilgiyle donatmaya odaklanmalılar. Türkiye'de içerikli insanı tartan ve bir kıymet verdiğinde de 'sen yürü bakalım' diyen yapılar var."