Yapısal reformlar olursa BRIC'e 'T' eklenebilir

6. Yıllık EuroFinance Konferansı'nda Türk ekonomisini değerlendiren uzmanlar yapısal reformlara dikkat çekti

Abone ol

Didem ERYAR ÜNLÜ

İSTANBUL - Türkiye'de Nakit, Mali İşler ve Risk Yönetimi başlıklı 6. Yıllık EuroFinance Konferansı'nda, küresel kriz sonrasında olgunlaşan Türkiye ekonomisine yönelik kısa vadede riskler, uzun vadede büyüme dinamikleri masaya yatırıldı.

DÜNYA'nın medya ortağı olduğu konferansın "Büyük Resmi Görme-2010-11'e Genel Bakış" başlıklı oturumda, "Global ölçekte yaşanan durgunluk Türkiye ekonomisini nasıl etkiledi?"; "Türkiye kriz sonrasında ne tür fırsatlar sunuyor?"; "Türkiye ne kadar hızlı toparlanacak ve iyileşmenin şekli nasıl olacak?"; "Orta vadede sürdürülebilir büyüme beklentisi nedir?"; "Türkiye uzun vadede BRIC benzeri bir vaka olabilir mi?"; "2010-2011 için kilit göstergeler neler?", gibi sorulara cevaplar arandı. Prof. Dr. Kerem Alkin'in moderatörlüğünü yaptığı, Yapı Kredi Baş Ekonomisti Dr. Cevdet Akçay, HSBC Gelişmekte Olan Avrupa ve Afrika Bölgesi Baş Ekonomisti Dr. Murat Ülgen ve Turkcell İletişim Hizmetleri Hazine Bölüm Başkanı Murat Erden'in katıldığı oturumda ortaya çıkan ortak fikir, Türkiye'nin kamu yapısal reformlarını gerçekleştirdiği takdirde BRIC ülkelerine dahil olabileceği yönünde. Katılımcılar, enflasyonun Türkiye için sorun olmaya devam ettiğini vurgularken, kısa ve orta vadede ülke ekonomisine yönelik bir risk görmüyorlar. Kriz sonrasında özellikle de güçlü finans sektörü sayesinde gideresk olgunlaşan ekonomik ortam, ülkeye birçok sektörde potansiyelini hayata geçirme imkanı sağlıyor.

Prof. Kerem Alkin, Türkiye'nin kullanılabilir gelirini artırmak, tasarruflarını ise güçlendirmesi gereken bu süreci doğru yönetmesi gerektiğini vurgularken, ekonomistlerin Türkiye ekonomisine yönelik yorumları ve beklentileri şöyle:     

Dr. Cevdet Akçay, Yapı Kredi Baş Ekonomisti: Türkiye iç pazara öncelik vermeli

"Regülasyonlarla iligi aşırı şişmiş beklentiler mevcut. Finans sistemindeki finansal sistemler de çok fazla şişirilmiş durumda, dolayısıyla bunların değiştirmek çok kolay olmayacak. Regülasyonları yapan birimlerin, finansal enstrümanları yaratan birimleri yakalaması çok zor. Bu durum ekonomik toparlanmayı çok etkilemeyecektir, fakat bu yönde bazı ciddi kaygılar mevcut. Öncelikle ABD'de işgücü piyasası yeninden yükselişe geçebilir. Öte yandan tüketimde de ciddi bir toparlanma mümkün görünmüyor. ABD ekonomisi, hane halkından gelir düzeyi düşükken harcamasını, gelir düzeyi yükselmeye başladığında ise tasarruf yapmasını istiyor. Bunun uygulanması çok kolay değil.

Avrupa ise daha kötü bir durumda. Kriz, AB'nin ekonomik bir birlik olarak ne derece zayıf olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Ortak bir para birimine sahip olmalarına rağmen, her ülke birbirinden bağımsız para politikaları uyguladı kriz sürecinde. Gelişmekte olan ülkeler ise krizde daha sağlam bir tablo ortaya koydular. Bundan sonrasında ise özellikle bütçe ve borç dinamikleri sağlam olan ülkeler ön plana çıkacak. Gelişmiş ülkelerin borç dinamikleri kötüleşmeye devam ederken, gelişmekte olan ülkelerin borç dinamikleri düzelme yolunda devam edecek. Türkiye bu süreçte kendi bahçesini doğru yönetmeyi başarırsa, çok önemli bir konuma gelebilir. Eski büyüme sistemlerinin artık geçerli olmadığını görmek gerekiyor.

Kriz, ihracata dayalı büyüme yerine, ülkelerin kendi iç pazarlarına öncelik vermeleri gerektiğini ortaya koydu. Türkiye'de kısa ve uzun vadede, kamunun doğru yatırım harcamaları yapması gerekiyor. Bundan sonrasında kamudan tasarruf yapmasını beklemeyelim. Kamu harcamaları yoluyla, büyümeye katkı sağlanması gerekiyor. Şirketler ve hane halkından da tasarruf beklememek gerekli, çünkü her ikisi de gelişiyor ve büyüyor.

'Bebeğin gazını almak'

Türkiye'de bugün siyasi açıdan normalleşme süreci yaşıyoruz. Ben bunu 'bebeğin gazını almak' olarak tanımlıyorum. Hoş olmayan sesler çıkabilir, ama bebek sonunda rahat uyuyacaktır. Kısa vadede enflasyon, büyümeden daha büyük bir risk oluşturuyor.

Türkiye'nin senelerin yüksek enflasyon hafızasından kurtulması lazım. İnsanların düşük enflasyon ve düşük faizin iyi bir şey olduğuna inanmaları gerekiyor. Reel faiz bundan sonrasında yüzde 2-3'ün üzerine çıkmaz. Nominal faizin ise bir süre daha çift hanede kalmasını bekleyebiliriz. Sonuç olarak, enflasyon düşmedikçe, büyüme sorunlu olur. Enflasyonun 4.5-6 aralığına çekilmesi gerekiyor."

Kamunun tüketimden çok, yatırım yapması gerekli

Murat Ülgen, HSBC Gelişmekte Olan Avrupa ve Güney Afrika Bölgesi Baş Ekonomisti: Dünya ekonomisi toparlanıyor, fakat resmin olumsuz tarafını oluşturan öğeler de hala mevcut. Bunlar bir yandan emek piyasası, diğer yandan ekonomik toparlanmanın önemli bir kısmının kamunun aşırı harcamalarından kaynaklanıyor olması. ABD'de hane halkı tasarruf oranı hala yüzde üç gibi düşük bir düzeyde.

Asya, dış ticaret açığı vermesine rağmen, gerçek anlamda üretim toplumundan tüketim toplumuna geçip geçmediği netlik kazanmış değil. Bu arada hala Asya'dan kur reformu gelmiş degil. Dolayısıyla, ABD'de tasarrufun düşük olması, Asya'da kur reformunun gerçekleşmemesi, küresel dengesizlikleri tersine saracak tatmin edici adımların tam anlamıyla atılmamış olduğunu gösteriyor. Gelişmiş ülkelere baktığımızda, özel sektörün yatırım ve tüketimlerinde daralma olduğunu görüyoruz. Tüketim ve yatırım talebi gelişmekte olan ülkelerden gelecek.

Türkiye'nin iç tasarruf birikimi yok

Bence yakın gelecekte başarılı olacak ülkelerin şu dört özelliğe sahip olması gerecek: Tüketim talebi yaratacak genç ve dinamik nüfus; temiz hane halkı bilançosu; çeşitlendirilmiş ekonomi; ve büyümeyi finanse edebilecek kayıtlı iç tasarruf birikimine sahip olmak.

Türkiye bugün ilk üç seçeneği yerine getiriyor. Fakat dördüncü konuda sorunlar mevcut ve bu nedenden dolayı dış tasarrufa ihtiyacımız var. Bu da büyüme önünde tehdit oluşturuyor; hatta masraflı bir büyümeye neden oluyor. Tasarrufun artması için gelirin de büyümesi gerekiyor. Oysa herkes kurum değerini düşürerek, ihracatla büyümeyi hedefliyor. Bu kapsamda kamu maliyesine büyük görev düşüyor.

Türkiye'de doğrudan alınan vergi oranının milli gelire oranı yüzde 5 civarında. Bu OECD ülkeleri arasında en düşük oran. Dolayısıyla kayıt dışı ekonominin bir an önce azaltılması gerekiyor. Türkiye yapısal düzenlemelerini gerçekleştirdiği takdirde, BRIC ülkelerine "T" olarak eklenebilir. Bu süreçte kamunun tüketimden çok, yatırım harcaması yapması veya özel sektöre altyapı konusunda destek vermesi gerekiyor. Bunun sonucunda da gelir düzeyi artacaktır.

Enflasyonist bir geçmişten geliyor olmamız, bu konunun çözümünü zorlaştırıyor. Bu kapsamda Merkez Bankası'na önemli görev düşüyor. Kısa ve uzun vadede siyasi açıdan bir sorun beklemiyorum. Konjonktür hızla toparlanıyor. Öte yandan büyüme maliyetli olacak, ve önümüzdeki yıl cari açık sorun olmaya devam edecek."

Murat Erden, Turkcell İletişim Hizmetleri Hazine Bölüm Başkanı: Türk şirketleri için fırsatlar, tehditlerden fazla

Şirketlerin yatırım yapabilmeleri için öngörüde bulunabilmeleri ve borçlanma maliyetleri çok önemli. Şirketler 2010 yılında yeni bir çıkış için plan yapabilecek konuma geldiler. Bunun yanı sıra şirketler, yatırımlarını finanse edebilmek için ciddi bir kaynağa da sahipler.

Türk bankaları bu açıdan oldukça güven verici konumdalar. Son dönemlerde kapalı olan bono piyasaları, geçtiğimiz 6-9 ay içinde yeniden açıldı. Kurumların kendi para birimleri üzerinden borçlanmaları mümkün hale geldi. Genel anlamda baktığımızda, şirketler için fırsatlar tehditlerden daha fazla. En önemli tehditlerden biri ise ratingler. Ratinglerde gerçekçi rakamların kullanılması gerekiyor. Aksi takdirde bu, globalleşmeye karşı bir risk olacaktır.

Ülkeler için olduğu gibi, şirketler açısından da, önümüzdeki dönemde bütçe ve borç dinamikleri iyi olan, temiz bilançoya sahip şirketler başarılı olacak. Türkiye'de şirketlerin de maliyetleri her sene iyileşiyor, bilançoları şeffaflaşıyor; şirketler ülke borçlanması altında borçlanma oluşturmaya başladılar. Bu arada inovasyon da her zamandan daha önemli bir konuma geliyor. Geçtiğimiz senelerde finans alanında önemli inovasyonlara tanık olduk. Bugün ise özellikle sağlık ve eğitim alanlarında inovasyon çalışmalarına öncelik verilmesi gerekiyor."  

Gerçek bankacılık yaptık, krizden etkilenmedik

Tolga Egemen, Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı: Türkiye'de gerçek bankacılık yaptığımız için krizden etkilenmedik. Müşteri dışında tuhaf enstrümanlardan para kazanmadık. Krizde sahte bir cennet yaratıldı. Çok fazla miktarlara ulaşan likidite borçlanma oranlarının da makul seviyelerin üzerine çıkmasına yol açtı. Aşırı likiditeye sahip olan bankalar, şirketlere sınırsız şekilde kredi vermeye başladılar. Oysa bankaların görevi şirketlerin kredi talebinin uygun olup olmadığını söylemek. Garanti Bankası nakit yönetimini bir değer zincir olarak değerlendiriyor.  Verimliliği artıracak ürün ve hizmetleri yaratmanın yollarını arıyoruz. Bu kapsamda her şirketin, tüm zinciri içine alan ve bu kapsamda çözüm üreten  bir ana banka seçmesi gerektiğini düşünüyoruz. Firma ve bankalar için sürdürülebilir büyümeyi sağlamak açısından nakit yönetimi ürünleri çok önemli."

Yeraltı sularındaki azalma, kârı yüzde 10 düşürecek “Ülkenin birinci sorunu ekonomi değil Güneydoğu” Mersin'de yan yatan geminin mürettebatı kurtarıldı Borsa günü düşüşle tamamladı 'Ateşkes' derken İsrail yine Beyrut'u vurdu