Vahamet kesbeden konjonktür

Abone ol

A.Levent ALKAN / ARAŞTIRMACI-YAZAR

Çin, iç piyasasında varlık ve emtia fiyatlarını soğutmak için kredi hacmini daraltıyor, Avrupa, Yunansitan'la başlayan borç ve bütçe krizini 2010 yılına sıfır büyüme olarak taşıyor. İşsizlik, dış finansman sıkıntıları, daralan tüketici talebi; Euro / Dolar paritesinin 1'e yakınsaması anlamına geliyor. Bu geldiğimiz noktada, Euro ile doların 1 tabanında eşlenmesine çok şaşırmak gerekiyor. Ancak resme bırak geniş perspektiften bakarsak, çok da kolay bir süreçden geçmediğimiz gerçeği kendiliğinden ortaya çıkıyor. Para birimi olarak Euro; 25 Ekim 2000 yılında da 0.82 en düşüğünden başlayıp, 22 Nisan 2008'de 1.5985 en yüksek değerini görüyor. Küresel ekonomi için çok önemli bir rezerv para oluyor. Sözüm bu konjonktürde aşırı iyimselere; küresel ekonomi için böylesine büyük öneme sahip bir para birimi, bugün için 1.19 düzeyi ile 22 Nisan 2008'de 1.5985 en yüksek değerine göre, %34 ya da projekte ettiğimiz 1.00 düzeyi için %60 değer kaybını ifade ediyorsa, küresel arenada bazı dengelerin değişmeyeceğini beklemek hayal (wishful thinking) olur.

Euro'nun rezerv para birimi olarak plase olduğu merkez bankası bilançolarından çıkıp, altına dönmesini hızlandıracaktır. Küresel ticarette Avrupa'nın en önemli gücü Almanya'dır. Buna, sınırlı sektörlerde Fransa'yı da ekleyebiliyoruz. Euro, başta Almanya olmak üzere Fransa'nın rekabetini artıracaktır. O zaman Çin, parasını daha fazla devalue etme baskısıyla karşı karşıya kalacaktır. Oysa ABD, bunun tam tersine yani, renmimbinin revalue edilmesine gereksinim duyuyor. Öyle olunca da; reel ekonomi için tablo aynı karamsarlığı içermese de, finansal anlamda ABD'nin biraz daha bozuk seyretmesi anlamna geliyor.

Yuan dengeleri nasıl yerinden oynatıyor?

Çin, 1980 sonrasındaki küresel dış ticaretini, Japonya ve ABD'nin kaybettiği yerden sürdürüyor. Avrupa'da Almanya ve Fransa pozisyonlarını korusa da, Çin ile ABD'nin oluşturduğu tencere-kapak ilişkisinde, 2005-2010 küresel sistemik krizinin temel motifleri arasında yer alıyor. Çin ile ABD arasındaki benim tüketimim senin cari fazlan, senin cari fazlan benim hazine bonolarım şeklindeki ahbap-çavuş ilişkisi; Avrupa'nın çöken talebi, sıfır büyüme öngörüsü, hızla değer kaybeden para birimiyle bozuluyor. Yüzyılın başında ön plana çıkan Asya'nın hızlı büyüyen ekonomisi Japonya'nın, ihracat ağırlıklı büyüme modeli, cari fazlası, yüksek tasarruf oranı, sınırlı tüketimi halen sürüyor. 1980 sonrasında küresel dış ticaret içinde, Çin-Japon mücadelesi baş gösteriyor. Japonya'nın kaybettiği küresel dış ticaretteki payı, Çin dolduruyor. Japonya, yüksek kamu borcu yüklenmek pahasına 1990'dan başlayarak düştüğü deflasyon sarmalında kurtulmaya çabalıyor. Buna karşılık Çin ise, Yuan'ı düşük seviyede tutarak ABD'nin ithal pazarını elinde tutuyor.

Küresel ödemeler dengesi

(GSYH'nin %'si)     

Cari Fazla  2007 2008 2009 2010 2011

Almanya 7.7 6.7 5.0 6.0 7.2

Çin 10.6 9.4 6.1 2.8 3.4

İsrail 2.4 0.8 3.8 2.5 2.3

Japonya 4.9 3.3 2.8 3.3 3.5

Kore 0.6 -0.5 5.2 1.7 1.6

Rusya 5.9 6.0 3.8 7.0 5.3

Cari Açık  2007 2008 2009 2010 2011

ABD -5.2 -4.9 -2.9 -3.8 -4.0

Avusturalya -6.1 -4.4 -4.1 -3.2 -2.8

Brezilya 0.1 -1.7 -1.5 -2.8 -2.6

Fransa -1.0 -2.3 -2.2 -1.9 -1.9

Hindistan -1.3 -2.4 -3.0 -2.3 -2.8

İngiltere -2.7 -1.5 -1.3 -1.6 -1.0

İspanya -10.0 -9.7 -5.4 -4.1 -3.3

İtalya -2.4 -3.5 -3.1 -3.6 -3.5

Kanada 1.0 0.5 -2.7 -1.6 -1.6

Meksika -0.8 -1.5 -0.6 -0.7 -1.2

Polonya -4.7 -5.0 -1.6 -1.6 -2.7

Türkiye -5.9 -5.5 -2.2 -4.5 -5.9

Yunanistan -14.4 -14.6 -11.2 -8.9 -6.7

Çin sadece ABD'nin değil, tüm dünyanın ithal talebini karşılayan en büyük oyuncu misyonunu üstlenmiş durumdadır. Japonya'nın ihracat ve yüksek tasarruf oranı üzerine kurulu modeli nasıl çöktüyse, Çin'in de bundan sonraki konjonktürde benzer bir çöküşü yaşama olasılığı yüksektir. Benzer politikaları izleyen ülkelerin benzer sonuçlara katlanmasından daha doğal bir şey düşünülemez. 1980'lerin Arjantin'i ile Brezilya'sı, 1997 sonrasının Güney Kores'si ile Endonezya'sı; benzer kırılganlıkları yaşamamışlardı. Çinliler ve Japonlar cari fazlalarının nedenini, ABD'nın açıklarıyla suçlarken; ABD ise ikiz açıklarının nedenini, Çinliler ve Japonların fazlarıyla suçluyorlar. Çin %40 (GSYH'nın %'si) tasarruf oranı ve hızlı büyüme temposuyla, dünyanın kaynayan süt tenceresidir. Bu tencerenin zamanında ısısı kesilmezse, taşma riski yüksek görünmektedir. ABD ise, eksi tasarruf oranı ve 2.1trilyon dolar kurtarma operasyonu faturasıyla o süt tencerenin kapağı konumundadır.

Dolar ile Yuan arasında sabit döviz kuru rejimi ne gibi sorunlar ortaya çıkartabilire bakalım. Öncelikle 2005 yılında Dünya Ticaret Örgütü'ne (DTÖ) katılımıyla ciddi bir rekabet sorununu tetikliyor. Bu konuda, Çin'in küresel rekabetin gereklerini hiçe sayan düşük kur (Yuan) uygulaması, Türkiye'nin de tekstil sektörünü vuruyor. Tekstil sektörü, 2005 yılı sonrasında ihracatın lideri koltuğunu, otomotiv sektörüne kaptırıyor. Biz 2000 yılı likidite krizi ve ardından 2001 döviz kuru krizleri ile sabit kurun ne kadar tehlikeli bir oyun olduğunu çok iyi bilenlerdeniz. Saatin zembeleğini kuran o sabit kur, yerel parayı olduğundan güçlü tutarken, enflasyonu dizginleyebiliyor. Ancak, döviz atağını önleyemiyor. Bir gün gelecek Çin, bizim yaşadıklarımızın aynadaki görüntüsünü yaşayacak. Değersiz parasıyla, yavaş-yavaş kurduğu o saat zembeleği, kontrolden çıkan enflasyon olarak boşalacak. Peki bu krizde neden bu tarzda bir risk Çin'de oluşmuyor? 2010 ve 2011 enflasyon beklentisi sadece %2,5'ta kalıyor? Çünkü Çin, kredi kontrol kanallarını aktif kullanarak fiyat istikrarını sağlıyor. Bugün için ekonomik büyüklüğüne kıyasla Çin, %35 gibi oldukça minik bir tüketim hacmine sahip. Bu oran büyüdükçe, Çin kredi kontrolünde zorlanacak ve enflasyonu kabullenmek zorunda kalabilecektir. Çin küresel sistemik krizinde, en hızlı teknolojik transferi gerçekleştiren ülke ünvanını aldı. Yuan'ın düşük değerli olması, küresel dengeleri bozacak yegane parametre değildir. Kurtarmalarla büyüdükçe büyüyen bütçe açıkları, dünya rekabet arenasına yeni oyuncuların dahil olmasını sağlayacak temel güç oldu. Hammadde talebi ve petrole olan dinmek bilmez talep ile sınırlı kalmayan fiyat baskısının kaynağının merkezine Çin'i oturtulmasının nedeni, stratejik sektörler açısından aynı tarımda dünyanın en büyük ithalatçısı olmasıdır. Bu oranın gelecekte daha da artmasını beklemek gerekiyor. Çünkü Çin'in artan nüfusu, yükselen satın alma gücü talebinde artış yönüne işaret ediyor. Çin'in kendi içinde enflasyonu artırması, dış ticaret kanallarıyla tüm dünyaya uzatılacaktır.

Küresel boyuttaki sorunlar, kuralsızlaştırılmış dünya ekonomisinde bir tarafta yüksek faizleri, diğer taraftaysa sıfır faizleri ve bunların arasında gidip gelen "faiz arbitrajı ( carry-trade )" olasılığını halen yaşatıyor. Bu durumda para politikaları ve maliye politikalarının başarısı, dış şoklara karşı çok daha dikkatli olunması gereken bir dönemden geçtiğimizi ifade ediyor.

Küresel bulaşma kanallarını ölçümün birkaç farklı yolu olduğu biliniyor. Bunların en pratik olanı volatilite endeksi olarak bilinen "VIX endeksi" dir. Bir diğeri Baltik kuru yük endeksindeki değişimlerdir. Daha bilimsel ve geniş perspektifli ölçümse; doğrudan yabancı sermayeden, portföy yatırımlarına; ölçülen sıcak para büyüklükleriyla, dış ticaret hacimlerinden net hata noksan kalemlerine kadar geniş bir yelpazedeki parametrelerin korelasyonlarının kontrol edilmesidir. (Küresel Sistemik Krizin Anatomisi kitabımda bu konuya kapsamlıca değiniyorum.)

Değersizleşen Euro'dan değersiz Yuan'a geçiş

Kriz sistemik nitelik kazanınca, küreselleşmenin olumsuz etkilerinin her boyutta yaşandığı bir süreci geçiriyor olduğumuz, belirgin olarak ortaya çıkıyor. BRIC ülkeleri bu krizde ayrışıyor. Ancak onlar da kriz bitene kadar aynı tedirginlik çemberinin ateşini yaşıyorlar. Değersiz Yuan karşısında fiyat istikrarını ayakta tutan Çin'in işi, değersizleşen Euro'dan sonra zorlaşıyor. Avrupa'daki kriz, yapısal değişikliklere gereksinim duyuyor. Baskı, Çin'in rekabet için parasını değersizleştirmek şeklinde öne çıkıyor. Enflasyon ise, kredi sınırlandırmasıyla bertaraf edilmeye çalışılıyor. Çin tarımdan demir çeliğe, beyaz eşyadan otomotiv ve otomotiv yan sanayine kadar geniş bir yelpazede, fiyatların yukarı yönlü hareketliliği üzerinde etkili oluyor. BRIC kontrolden çıkmış bir fiyat artış mekanizmasını tetiklemeyi sürdüredursun, krizin ağır koşulları onları da yerlere sermekten çekinmiyor. Brezilya, Rusya ve Hindistan için dış kaynak gereksiniminden bahsediyoruz. Artan risk koşulları, borçlanma maliyetleri üzerindeki risk primlerini yükseltiyor. Bu yüksek risk primleri üzerinden, krizin faturasını BRIC ülkeleri de ödüyor. Ancak unutmamak lazım, bu krizde lokantadaki aşçılar, bir sonraki krizde hizmet ettikleri elitlerin yerini alacaklardır. Krizin genel seyrinde; iyimser olmak için erken, çok kötümser olmak içinse geçtir. Örs ve çekiç arasında kalmış; güçle zorlunun, tehlikeyle korkunun, sıkıntıyla süprizin dinmek bilmediği dünya ekonomisi, iğne deliğinden geçmeye çalışıyor.

‘Dünyada yirmi yıl sürecek çatışma dönemine girdik’ Yapı Kredi'den 'sınırları kaldıran' 25 kadına e- ticaret desteği Türkiye’nin dev şirketi Dardanel'den flaş karar! KAP'a bildirildi Rusya'dan Batı'ya yönelik gıda yaptırımlarına devam kararı Türkiye teknik resesyona mı girdi? Cevdet Yılmaz cevapladı