TL'nin Ralli Bilmecesi
Abone olA. Levent ALKAN / ARAŞTIRMACI - YAZAR
Son bir aylık dönemde, küresel ekonominin gelecek seyrine yönelik kafalar olabildiğine karışıktır. Bekleyişler gündeme ilişkin öngörüleri üç farklı görüş etrafında topluyor. Bunlar, krizden güçlü çıkış sinyalleri alındığına inanan iyimserler; AB'nin borç ve bütçe sarmalından zorlu çıkış mücadelesine, ABD'nin Japonya tarzı durgunluğuna ve BRIC ülkelerinin dış talebe aşırı bağımlılığına kör düğüm olmuş kötümserler; iki aşırı uç arasında gidip gelen fırsatçılardan oluşuyor. Bu köşenin geçen haftaki gündemi de, büyük buhran mı çıkış stratejisi mi şeklinde olmuştu.
26 Nisan pazartesi günü Bloomberg, "Türkiye'de ekonomik büyümenin Çin'e yaklaştığından yola çıkarak, TL'de rallinin süreceği öngörüsünde bulunuyordu. Barclays Capital, Societe General ve UniCredit'in görüşleri, TL'nin 2010'da %6-12 aralığında değerleneceği yönündeydi. Tahminler, 1.30-1.35 aralığında yoğunlaşa dursun, son gelişmeler daha şimdiden rallicilerin pabucunu dama atacak gibi görünüyor. Maalesef TL, 2010 yılını, herhangi bir değer kazanarak tamamlayamayacak. Neden? Bunun gerekçelerini şunlarla açıklayabilmek olasıdır:
1. Euro bölgesi ekonomileri ile ABD'nin makroekonomik görünümleri 1999 yılından bu yana ilk kez bu ölçüde ayrışıyor. Rastgele Yürüme (Random Walk) hipotezi öne çıkıyor, teknik analizin artık etkisinin kaybolduğu bir döneme giriliyor.
2. Türkiye'nin ihracatı para birimleri bazında, %48 Euro, %46 dolar ve %6 diğer para birimleriyle gerçekleşiyor. 2010 D-I ile 2009 D-I arasında ihracatın miktar endeksi %2.3 daralırken, ithalatınki %22.6 artıyor. İhracatımızda dahili işleme rejiminin ağırlığı %67 civarındadır. Bu şu anlama gelmektedir; 3 ihracatımızdan 2'si dış alıma dayalı büyüme kaydetmektedirler.
3. Avrupa bölgesi, krizin daha ilk günlerinden başlayarak ciddi bir sınav veriyor. Euro-interbank, Eylül 2008'de sorunlara gecikmeden önlem alabilmişti. Ancak aynı şeyi ödeme güçlüğü sorununa yönelik görememiştik. Aynı durum 2010 için de geçerlidir. FED ile Avrupa ülkelerinin merkez bankalarının swap anlaşmaları, likidite meselesini gecikmesiz çözebildi. Ancak "ödeme gücü yetersizliği" sorunu, kısa vadeli çözümlerin orta ve uzun vadede zor problemlerin üstesinden gelinebilmede hiç unutulmayacak parametre olacaktır.
4. Bulaşma etkisi oldukça güçlüdür. Sadece Türkiye'yi değil, Türkiye'nin çok güvendiği yeni ihracat pazarlarını da derinden etkisi altına alabilecek bir dizi olumsuz gelişmeyi başlatabilir. Bulaşma için bizim gibi Euro bölgesiyle birebir ilişkide olmak da gerekmez. Bunu en güzel 1997'de başlayan Asya krizi ve 1999'da Rusya'daki moratoryum açıklayabiliyor. Aynı borç verenlerinin olması bile bulaşma için yeterli oluyor. ABD FED yetkilisi Tarulllo, "2008'deki Lehman dönemi atağı yaşanmasa da, ihracatımız ve bankalarımızın kredi kanalları üzerinden bizi de etkileyebilir" uyarısında bulunuyor.
5. TL'sının güçlü kalmasında önemli payı, ödemeler dengesindeki "net hata noksan" kaleminin olduğunu unutmamak gerekiyor. Bir kısmı TCMB tarafından işçi dövizleri olarak ifade edilmiş olsa da, kaynağı nereden geldiği belirli olmayan bu girişler, TL'yi artık aşırı değerli görmeye başlıyor. Gerek hazine enstrümanlarının fonlama maliyeti %6.5 O/N borç verme faiz oranı ile bono bileşikleri karşılaştırıldığında, gerekse bono bileşikleri ile beklenen enflasyon karşılaştırıldığında ortaya çıkan tabloda negatif bir getiri söz konusudur. Fisher'e göre reel faizi hesaplayanlar, önümüzdeki dönem için enflasyonun düşeceğini öngörüyor. Enflasyon önümüzdeki 12 ay için düşer mi, yükselir mi, ılımlı mı seyreder?
5.1 2008 sonrasında önemli bir toparlanmayı yaşamış olsa da, ulusal ekonomimiz için %70'li KKO'ları düşük seviyelerdir. Kapasite fazlası fiyatlar üzerindeki baskıyı koruyor.
5.2 İşsizlik %14'ler düzeyinde yeni bir patikaya oturdu. Bu durumda tüketici güveninde sağlıklı bir iyileşme beklenemez. İstihdamdaki kalıcı toparlanma, tüketim eğilimini eski düzeylere geti rebilecek tek güç olarak görülüyor.
5.3 Sektörlerde dışa bağımlılık çok yüksektir. Genel fiyat seviyeleri üzerinde etkili olacak girdilerde dışa bağımlılığımız vardır. Enerji, rüzgar enerji potansiyelinde dünyada ilk iki içinde, güneş enerjisinde ilk on, jeotermalde ilk beşte yer alıyoruz. Ancak enerjinin %65'ini de doğalgaz ile üretiyoruz.
Yenilenebilir Enerjide
Küresel Potansiyelimiz 2009 Türkiye'de Rüzgar Enerji [MWh]
Rüzgar İlk 2'de Kurulu Güç 1.500
Güneş İlk 10'da Potansiyel Güç 45.000
Jeotermal İlk 5'te Mevcut KKO (%) 3,33
Üretimin %65'i Doğalgaz Bağlıdır.
Dış arza ya da talebe olan bağımlılığımız; otomotivde, demir çelikte, dayanıklı tüketimde ve turizmde benzer şekilde yer almaktadır. Özetle, küresel hammadde fiyatları 2010'un geri kalanında yatay seyredecek, tarımda ise aşağı yönde bir baskı etkili olacaktır.
6. TL'deki ralli bekleyişlerini itekleyen, TCMB'nin Doğu Avrupa'da Euro Bölgesi'nde aykırı bir politika güdebileceğidir. %6.5 olan politika faizlerini yukarı doğru çekebilecektir çünkü enflasyon bu yönde bir baskı unsurudur. Dışa bağımlılık yüksek olsa da uluslar arasındaki gelişmeler enflasyonu 2010 için azdırmayacak. Bu durumda TCMB'nin faizleri artırma olasılığı azalıyor. Bu arada Türkiye boş durmuyor.
7.
Enerjide 2015'i Bekleyenler [MWh] Enerjide 2023 Hedeflerimiz [MWh]
Hidroelektrik 5.000 Rüzgar Kurulu Güç 20.000
Rüzgar 9.200 Jeotermal Kurulu Güç 600
Jeotermal 225 Nükleer Enerji 15.000
Enerjide dışa olan bağımlılığını HES, RES ve jeotermal santral yatırımlarıyla hızla kapatıyor. Görülebilir gelecek 2015'teki tamamlamalara işaret ederken, 2023'te nükleer enerji ile de toplam üretiminin %5'ini doğalgazdan farklı bir alana kaydırmış olacaktır. Merkez bankasının söylemlerini detaylı incelerseniz, uluslar arası konjonktürde faiz kararları değişmeden ben de yön değiştiremem diye bas-bas bağırıyor. TCMB, FED çıkış stratejilerini uygulamaya başlamadan radikal hiçbir adım atamaz.
8. Mali kural 2011 yılında yürürlüğe girecek. Tasarı, sevindirici ve olumlu bir adımdır. Ancak 2011 genel seçimlerin olduğu yıl olarak, tasarı öncesinde bütçenin bir kerelik genişletileceğini ve ardından uygulamaya alınacağını düşünmek gerekir. Yani, bu bizim beklentilerimizin tersine bir gelişme olacaktır. Bütçede seçim yatırımlarının etkilerinin mali kural gerçeğine rağmen sürdüğünü göreceğiz. Sonrasındaki beş yıl için, uygulama yürürlükte olacaktır. Ancak bütçenin, seçim öncesinde biraz daha açık vermesine engel olamayacaktır. Burada bir de Sayıştay'ın denetleme bilmecesi bulunuyor. Bu şekliyle mali kuralın denetimi, bir iç kontrol şeklinde görünüyor. Kendi koyduğunuz kurallarınızı kendiniz denetliyorsunuz. Küresel ekonomide de kredi derecelendirme sisteminin sub-prime kredilerinden (FICO oranları) hükümet fonlarına (SWF) kadar uzanan yelpazede etkili; çarpık, taraflı, ahbap-çavuş ilişkisinden öteye gitmeyen değerlendirmeleri dikkate alındığında pek de abes kaçmıyor.
ABD ile Asya benzer ekonomik salınımda, Avrupa ise bu salınıma tamamen ters hareket ediyor. Ekonomi tarihinde çok sık rastlanmayan bu tablo, ezberleri bozuyor. Bakın TL'de rallicilere inat, 24 Nisan 2010 ile 21 Mayıs arasında TL/dolar paritesi %6.12 değer yitiriyor. Haziran-Ekim arasındaki beş ay, turizm kaynaklı yoğun döviz girişlerinin yoğun yaşandığı dönem olarak biliniyor olmasına karşın, TL/dolar 1.55-1.60 patikasına oturuyor. Rastgele yürümek (random walk), her zamankinden çok daha özel koşullarıyla öne çıkıyor. Bu durum, geçmişin veri yığını içinde geleceği öngörmeye çalışan teknik analizcileri fena çarpıyor. Enflasyon mevsimlik düşüşleriyle, politika faiz oranının yıl sonuna kadar %6.5'ta kalmasını da garanti altına alıyor. Böylece TL'de o keskin ralli bekleyişleri, bir başka bahara kalıyor.