Petrol

Abone ol

Orhan AKIŞIK

Kullanımı eski çağlara uzanan petrol kadar, insanlık tarihinde etkili olmuş bir başka enerji kaynağı acaba var mı? Bu soruya verilecek hayır yanıtı herhalde bir abartı sayılmaz. Savaşlardan finansal krizlere kadar yaşanan her acı olayda payı olan petrol, aynı zamanda çevresel felaketlere de yol açabilecek güçte olduğunu zaman zaman hatırlatmaktan geri kalmıyor. Bunların sonuncusu, Nisan ayının son günlerinde Meksika Körfezi'nde İngiliz Petrolleri Şirketi'ne (BP) ait olan bir platformda 11 işçinin ölümüyle sonuçlanan patlama sonrasında meydana geldi.

Denizin 1500 metre derinliğindeki kuyudan fışkıran petrol, şimdiye kadar tüm çabalara karşın durdurulabilmis değil. Yapılan son tahminler, deniz suyuna karışan ham petrolün günlük miktarının 60.000 varil civarında olduğunu ortaya koymakta. Bu rakam kazanın meydana geldiği 20 Nisan tarihinden bugüne kadar geçen yaklaşık iki aylık sürede 3.5 milyon varile karşılık geliyor. Bir başka deyişle, 1989 yılında Alaska açıklarında Exxon Valdez isimli tankerin, mercan kayalıklarına çarpması sonucu meydana gelen kaza sonrası denize akan petrolün nerdeyse on beş katı.

Petrol sızıntısının önüne geçilememesinden dolayı BP'nin artan zararın altından kalkamayacağı endişesi giderek yaygınlaşarak, hisse fiyatlarına da yansımış durumda. Hisselerin değer kaybetmeye devam etmesi ve buna bağlı olarak kredi derecelendirme kuruluşu Fitch tarafından kredi notunun düşürülmesi, BP'nin geleceği üzerine yapılan tartışmaları arttırmış görünüyor.

Kazanın şimdiye kadar ki maliyetinin 1.6 milyar dolar olduğunu açıklayan BP'yi, bu rakamın çok ötesinde olan gerçek ekonomik maliyetin pek ilgilendirdiği söylenemez. Petrol sızıntısının ekolojik denge ve doğal yaşamın yanı sıra, Körfez kıyısında yer alan Florida, Alabama ve Louisiana eyaletlerinde balıkçılık ve turizm sektörlerinde faaliyet gösteren işletmeler ve bunların çalışanları üzerindeki etkisi, boşalan plajlar ve restoranlarla kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı.

Yönetimi devraldığından bu yana ağır ekonomik ve siyasi sorunlarla karşı karşıya kalan Obama'nın başı, bu defa da petrol kuyusunu işleten BP şirketine yeterli tepkiyi göstermediği gerekçesiyle muhalefetle dertte. Salı akşamı televizyondan halka hitap eden Başkan, Amerikan tarihinin bu en büyük çevre felaketinin neden olduğu zararın karşılanması için BP'den, acilen 20 milyar dolar tutarında bir fon oluşturulması ve yılın ikinci çeyreğine ilişkin temettü ödemelerinin durdurulması yönünde daha önce yaptığı talebi yineledi. Amerikan yönetiminin amacı, sorunu yargıya intikal etmeden uzlaşma yoluyla çözmek. Oluşturulması istenen fonun arkasında yatan düşünce de zaten bu. Fakat şimdiye kadar temettü ödemelerini hiç aksatmamış olan BP'nin, bu taleplerden hiç hoşlanmadığını söylemeye gerek yok. Şirketin hissedarları arasında özel kuruluşların yanısıra kamu kuruluşları da yer alıyor. Bunlardan biri de, çalışanlarının emeklilik fonlarının bir bölümünü BP hisselerine yatıran New York Eyalet yönetimi. Körfez kıyısında yaşamlarını sürdüren Amerikalıların karşılaştıkları zararı ödemek amacıyla temettü ödemelerinin ertelenmesinin, emeklilik gelirleri şirketin karlılığına bağlı olan Amerikalıları olumsuz etkilemesi muhtemel. Ancak, aksi yönde alınacak bir kararın da bu defa diğer grupta yer alanların uğradığı zararı çok daha büyük boyutlara ulaştıracağı açık. Kim bilebilirdi ki, bir petrol sızıntısı aynı ülkenin insanları arasında bir çıkar çatışmasına yol açacak. Kazanın İngiltere'de yarattığı rahatsızlık ise artarak devam ediyor. Başkan Obama'nın sorunu iç politika malzemesi olarak kullandığını ileri süren İngilizler, eleştirilerde ölçünün kaçırılmasının iki ülke arasındaki ilişkileri tehlikeye atacağı uyarısını yaptılar. Şimdiye kadar ABD'nin görüşüne yakın duran İngiltere'nin yeni Başbakanı David Cameron, siyasi çevrelerden ve basından gelen baskılara dayanamayarak ağırlığını BP'den yana koymaya başladı. Petrol sızıntısının neden olduğu bu hadise bir çok açıdan önemli olmasına rağmen, ekonomik, siyasi ve yönetimsel anlamda iki konu ön plana çıkıyor. İlki, dünya ekonomisini kontrol altına

alan çok-uluslu şirketlerle devletlerin bile başa çıkmasının giderek zorlaştığı gerçeğinin iyice ortaya çıkması. ABD gibi bir süper güce karşı direnen bir petrol şirketinin, benzer bir olayın gelişmekte olan bir ülkede meydana gelmesi halinde nasıl bir pozisyon alacağını tahmin etmek hiç zor değil. Her iki kelimenin arasında sözü, ulus-devletler çağının sonuna yaklaşıldığına getirenlere duyurulur. Devletlerin zayıflatıldığı, ekonomi ve siyasetin kaderinin çok-uluslu şirketlerin insafına terkedildiği bir dünyada yaşamın, emeğiyle geçinenler ve de tüm insanlık için ne kadar ağır olacağını, doğal kaynakların nasıl acımasızca yağma edileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. İkincisi, şimdiye kadar, yönetimin sorumlu olduğu tek grubun şirketlerin hissedarları olduğu görüşünde direten İngiltere ve ABD kaynaklı Anglo-Sakson kurumsal yönetim anlayışının yetersizliği. Esasen, bu yönetim anlayışına karşı görüşlere son finansal ve ekonomik krizden bu yana sıkça rastlamak mümkün. Bazı yazarlar, hissedar egemenliğine dayalı yönetim modelinin müşterilerin beklentilerini dikkate alan bir modelle değiştirilmesi zamanının geldiğini belirtiyor. Bu son çevre felaketi bunun da yeterli olmayacağını, şirketlerin toplumun tümünün çıkarlarını dikkate alan bir yönetim anlayışını hayata geçirmeleri gerektiğini gösteriyor.

Bence son derece doğru bir düşünce. Siz ne dersiniz?

'Kudüs'e biz sırtımızı nasıl dönebiliriz?' İmamoğlu'ndan Diyanet İşleri Başkanı Erbaş'a 'Atatürk' tepkisi Selvi'den Kılıçdaroğlu yazısı: Dava CHP'de taşları yerinden oynattı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü'nden Dilruba açıklaması Sahte burs mesajlarına dikkat! YÖK uyardı