Kıdem Tazminatı Fonu, emeği de özgürleştirecek
Özel sektörde çalışanların, kıdem tazminatından ancak yüzde 10'lar seviyesinde yararlanabildiğini belirten Salim Uslu, "Kıdem Tazminatı Fonu sadece bir hakkın güvencesini sağlamaz aynı zamanda emeği de özgürleştirir" diye konuştu.
Abone olCanan SAKARYA / Ferit B.PARLAK
Öz Gıda İş, Hizmet İş, Öz İplik İş, Çelik İş, Öz Ağaç İş, Öz Orman İş, Öz Tarım İş ve Kıbrıs Kamu-Sen'den oluşan 450 bin üyeli Hak-İş Konfederasyonu Başkanlığının ardından siyasete adım atan Salim Uslu ile çalışma hayatını, hazırlanan Sendikalar Kanunu'nu, sendikacılıkta gelinen noktayı, Anayasa'yı, şike yasasını ve TBMM'yi konuştuk.
Yaklaşık 2 yıl önce yine bu sayfada konuğumuz olan Uslu, o dönemde de hükümete yakın olmasına rağmen sert eleştiriler yapmış, "Kamuda 119 bin sözleşmeli, 554 bin personel açığı var. Bu rakamlara bakmadan özel sektöre 'işçi al' dersen, onlar da sana, 'sen neden almıyorsun, işini taşeronla görüyorsun?' demez mi?", "Düzenli çalışmayı bozmak ve birilerinin kânunların etrafından dolanabilmesini sağlamak için esnek çalışmayı getiriyorlar", "Sendikalara karşı var olan güven sorununu daha da artıracak düzenlemeler yapılmaya çalışılıyor." Şeklindeki görüşleriyle gündemi farklı bir boyuta taşımıştı.
Bu sohbetimizde de Uslu Anayasa, sendikalar, TBMM ve şike ile ilgili sorularımıza verdiği yanıtlarda, olaylara farklı açılardan bakmamızı sağladı.
ANKARA - AK Parti Çorum Milletvekili Salim Uslu, çalışma hayatına ilişkin başta Sendikalar Yasası olmak üzere diğer yasaların bugüne kadar değiştirilememesinin Parlamentonun verimsizliğinden değil, çalışma hayatındaki aktörlerin sözünde durmamasından kaynaklandığını söyledi.
Uslu, başta Sendikalar Kanunu olmak üzere çalışma hayatına ilişkin yasalarda AB normları ve ILO standartlarının referans alarak bu yasaların çıkarılabileceğini söyledi. Kıdem Tazminatı konusunda, kıdem tazminatına erişimin ancak kamuda çalışanlar bakımından mümkün olduğunu vurgulayan Uslu 'Kıdem Tazminatı Fonu'nun kurulması gerektiğini belirterek 'Kıdem Tazminatı Fonu sadece bir hakkın güvencesini sağlamaz aynı zamanda emeği de özgürleştirir" dile konuştu.
Uzun yıllar Hak-İş Genel Başkanlığı yaptıktan AK Parti'den milletvekili olan Uslu, Ankara Temsilcimiz Barış Ferit Parlak ile arkadaşımız Canan Sakarya'nın sorularını yanıtladı.
-Sendikalar Kanunu ile Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu yeniden gündemde. Yıllardır tartışılan ve çalışma hayatını yakından ilgilendiren B bu yasaların bu dönem yasalaştırılması konusunda umudunuz nedir?
Sendikacı olarak ben bu yasalardan umudumu kestim. Çünkü bu durum parlamentonun verimsizliğinden kaynaklanan bir durum değil. Çalışma hayatındaki aktörlerin sözünde durmaması ya da çok sık görüş değiştirmesi nedeniyle bu konuda varılan uzlaşmalar hayata geçirilemiyor. 2008 Nisanında Bursa'da mutabık kaldık sonra bir baktık çalışma hayatının aktörleri mutabakat metninin arkasında durmadılar.
Arkasından Çalışma Bakanı değişti. Yeniden bir mutabakat noktasına gelindiğinde, Abant'ta daha önce mutabakat sözünün arkasında durmayan arkadaşlarımız Türk-İş'le TİSK, yeniden ittifak ederek biz bu mutabakata imza koymuyoruz dediler. Haftalarca beraber çalışıp öyle olmasın böyle olsun önerileri getirip sonra bu bize uyar dedikten sonra her maddeyi tek tek görüşüp en sonunda nihayet anlaşmaya varıldığında 'biz bunun arkasında durmayız' demenin hem hukuki hem de ahlaki gerekçesini anlamakta zorlanıyorum.
-Sizce sorun nereden kaynaklanıyor?
Sorun kesinlikle parlamentoda kaynaklı değil. Mevcut çalışma hayatını düzenleyen mevzuatın devamından nemalanan çevreler var. Yani kuralsızlıktan, yüksek barajlardan, sahte üyeliklerden nemalanan işçi ve işveren çevreleri var. Ne yazık ki ellerindeki imtiyazlardan ve avantajlardan vazgeçmek istemiyorlar.
Böyle olunca da iş uzuyor. İLO'nun 144 sayılı sözleşmesine Türkiye taraf, ister istemez bunun gereğini yerine getirmek üzere, üçlü danışmanın gündeminden gelen bir yasa taslağını yasa tasarısına dönüştürmeli. Üçlü Danışma o önerileri dikkate almalı, çünkü orada uzlaşı temelli bir çalışma var. Bu 2B orman arazisi ile ilgili bir konu değil ya da patates üreticisinin sorunu gibi bir şey değil. Bu konu sosyal içerikli bir mesele ve Türkiye'nin taraf olduğu sözleşmelerin gereğini yerine getirmesi gerekiyor. Anayasanın 90. maddesine göre, uluslararası sözleşmeler, iç hukukun üzerinde ve bu hükmün gereğini yerine getirmek üzere bir çalışma yapmak lazım.
ILO'yu reddetme şansınız yok aksi takdirde ILO her yıl haziran ayında yapılan genel kurulda sizi akreditasyon komitesine alır kara listeye koyar, o kara listede olanlar hele birazda dışarıda tartışılan sorunlu bir ülke ise başına neler geldiğini biliyoruz.
Yani kara listeye alınanlara yönelik yaptırımlar o ülkeye karşı gerek siyasi gerekse ekonomik bakımdan sopa gibi kullanılıyor. Türkiye'de hak etmediği şekilde içerdeki ilkesizlik ve tutarsızlıklar yüzünden sorgulanıyor. Türkiye gibi AB kapısına dayanmış, AB uyum sürecini hızla sürdüren ve hatta sürece AB'den daha hızlı uyum sağlayan bir ülke bunu hak etmiyor.
Sendika içi çekişmeleri beklemek zorunda değiliz
Bunun makul ve mantıklı bir izahı yok. İkide bir mutabakata varıp sözünde durmayanların daha fazla kaprislerini, daha fazla sendika içi denge savaşlarını çekişmelerini beklemek zorunda değil. Burada referans bellidir, ILO'nun 87, 98 ve 158 sayılı sözleşmeleri. Bunun gereği olarak ilgili kanunun çok ivedilikle, bütünüyle AB ve ILO standartlarına uygun hale getirilmesi, AB normları ve ILO referans kabul edilerek yapılabilir.
Türkiye, artık işçi ve işveren sendikalarının, endüstriyel ilişkilerin doğrudan tarafı olmayan kimi işveren örgütlerinin olaya müdahil olmasını, müdahil olanların tatmin olmasını ilanihaye bekleyemez. 12 Eylül'ün getirdiği Anayasa'yı tartışıyorsunuz sendikalar kanununu tartışamıyorsunuz, anayasayı defalarca değiştiriyorsunuz sendikalar kanununu değiştiremiyorsunuz. Milli Güvenlik Kurulu'nun yapısını değiştiriyorsunuz Sendikalar Kanunu'nu değiştiremiyorsunuz.
Bu nasıl bir gerekçe ve nasıl bir lobidir ki sendikal kanunlar değiştirilemiyor. Sendikalar üye kaybediyor, sendikalar güç kaybediyor, itibar kaybediyor buna rağmen Sendikalar Kanunu değiştirilemiyor ve ısrarla mevcut Sendikalar Kanununun devamını isteyen işçi ve işveren sendikaları var. Bunu anlamak mümkün değil, zaten bazı sendikalarda daha iyisini istiyormuş gibi yapıp mevcut yapının değiştirilmesine itiraz ediyorlar o da ayrı bir konu. Dün söyledikleri bugün yaptıklarıyla, gerçekten uzlaşma çabalarına destek vermesi sebebiyle, en tutarlı davranan Hak-İş'tir.
-ILO ve AB'yi referans alarak sosyal tarafları dışında bırakıp söz konusu yasaları çıkartmak çalışma barışını bozmaz mı?
Toplumsal bir sıkıntı olmaz. Bazı sendikacıların ve bazı işverenlerin keyfi kaçar, cakası sona erer. Biraz afra tafra yaparlar ama ILO normları dediğinizde herkes kabullenmek zorunda. Çünkü herkesin 'ILO normlarına uyulmalı, Türkiye AB standartlarını yakalamalı' diye beyanatı var. Karpuz seçer gibi 'AB standartlarını şu konularda yakalayalım ama şu konularda da AB standartlarından vazgeçelim' diye bilir miyiz? Yok böyle bir şey ya hep ya hiç.
-Bu dönem için bu yasalarda bir kararlılık var diyebilir miyiz?
Ben hükümet üyesi değilim hükümet adına bir şey diyemem ben kararlı olmak gerektiğine inanıyorum. Bu kadar çok tecrübe var, uzlaşmaya en yakın olunduğunda bile uzlaşmadan vazgeçildiğine üzülerek tanıklık yapmış biri olarak, hükümetin ve hükümet üyelerinin daha fazla ertelemek, ötelemek ya da aldatılmak gibi bir duruma düşmemesi gerektiğini düşünüyorum.
-Kıdem tazminatı ile ilgili yapılması öngörülen düzenlemeye nasıl bakıyorsunuz?
Biz Hak-İş'in kuruluşundan bu yana kıdem tazminatı fonunun kurulmasından yanayız. Herhangi bir hak kaybına razı değiliz, bunu da karşı çıkarız ama bir kıdem tazminatı fonu oluşmalı. Gerekçelerimizde çok makul, şu anda açılmış davaların yüzde 70'i yüzde 80'i kıdem tazminatı ile ilgili ve kıdem tazminatına erişim ancak kamuda çalışanlar bakımından mümkün. Özel sektörde çalışanlar bakımından kıdem tazminatı ancak yüzde 10'lar seviyesinde söz konusu.
Özellikle ekonominin ve istihdam politikalarının istikrarsız olduğu yerlerde işçi sirkülasyonu çok fazla oluyor. İşçi sirkülasyonunun çok olduğu yerlerde insanlar kıdem tazminatı hakkına erişemeden bir bakıyorlar iş yeri değiştirilmiş, giriş çıkışlar yapılmış oysa Kıdem Tazminatı Fonu sadece bir hakkın güvencesini sağlamaz aynı zamanda emeği de özgürleştirir.
Çünkü nitelikli bir insan daha iyi koşullarda iş bulduğunda orada çalışabilecekken sırf 10-15 yıllık kıdem tazminatını yakarım diye niteliklerini değerlendirebileceği başka bir yerde hatta üst görevde, kendisine meslekte kariyer yapabileceği başka bir yerde çalışmayı göze alamıyor, çünkü istifa etmesi gerekiyor.
-İşverenin kıdem tazminatının 15 güne düşürülmesi konusundaki talepleri var buna nasıl bakıyorsunuz?
Buna sıcak bakmam, yüksek ücretlileri avantajlı hale getirir. Zaten 30 günde işverenlerin isteği üzerine bir limit getirildi, bir üst tavan var bunu geçemiyorsunuz. Bırakın profesyonel yöneticileri, her hangi bir kamu kuruluşundaki işçi bile üst limite geldiğinde tırpanlanıyor, üst sınırı geçemiyor. Fona sendikalar karşıymış gibi görünüyor, bazı sendikalar da gaza gelip karşı çıkıyorlar, asıl kıdem tazminatı fonuna karşı çıkan çok iyi bildiğimiz markaların yöneticileri, büyük holdingler. 20 bin 40 bin 50 bin işçi çalıştıran holdingleri düşünün kıdem tazminatı fonunu bunlar kendi içlerinde kurmuşlar, kıdem tazminatı fonunda biriken parayı kendileri kullanıyorlar.
Zaten kıdem tazminatı fonunu ödemek zorunda değiller. Pekala kaşın kara diye ödememezlik yapabilirler, iş yerini değiştirdim kabul etmedin diye ödemeyebilirler, kıdem tazminatını feshetmek için namütenai imkan var. Feshedemezlerse bile git dava aç kazan kardeşim derler. İşçi para bulacak avukat tutacak dava açacak kazanacak, birde bilirkişi ücretini yatıracak sonra kazanma şansına eriştiğinde de işveren, üç yıllık beş yıllık taksit yapacak.
Ortada bir sorun var özel sektörde 3 ay bir yerde 5 ay bir yerde 12 ay çalışıyorsunuz ama her birisi başka bir yerde olduğu için kıdem tazminatı hakkına erişemiyorsunuz ya da 11. ayda işinize son veriliyor giriş çıkışla tekrar işe alınıyorsunuz.
-Sendikal hareket özellikle son dönemde zayıfladığı yönünde değerlendirmeler var bunlara katılıyor musunuz?
Sendikacılığı bitirmeye çalışıyorlar diyenlerin bugüne kadar iş yerlerinde sendika ile muhatap oldukları kanaatinde değilim. Yani her kim diyorsa bunu söyleyenleri, iş yerlerinde sendika var mı toplu sözleşme hakkı kullanılıyor mu buna bakmak lazım. Bu tür mazeretlere çok aşinayım ve bunları tanıyorum.
Kimi zaman Türkiye'nin ekonomisini kimi zaman Türkiye'de yaşanan konjonktörü kimi zaman işletmelerin rekabet gücünü kimi zaman AB karşıtlığını bahane ederek bu tür gerekçeler üretiyorlar. Ben 35 yıl sendikacılık yaptım, bu mazeretlerin hiçbir zaman bitmediğini bu mazeretleri kullanan aktörlerin değiştiğini mazeretlerin değişmediğini gördüm. Daha makul daha akla ve vicdana uygun mazeretler üretsinler, bunlar bayatladı. Hangi kurum daha çok nelere mazeret ediyor ezberledik.
Ne kadar çok insansanız derdiniz de o kadar çok
-Siyaset mi sendikacılık mı ?
Bir ayrım yapamadım, Çok sık söylüyorum İran'lı sosyolog Ali Şeriati'nin çok güzel bir sözü var insan olmak bir niteliktir, kim daha çok insansa o kadar derdi vardır diyor. O açıdan bu makamlar koltuklar statüler çok fazla önemli değil diye düşünüyorum eğer daha fazla insansanız her ortamda her statüde daha fazla derdiniz olabilir. Şu anda sendikacılıktaki gibi aynı tempoda çalışıyorum.
Meclis'in işi yasama ve denetimken hukuken sorumlu olmadığı işlerle çok fazla ilgileniyoruz. Özellikle memur tayinleri en fazla gelen talepler arasında. Yerelden gelen talepler var. Bayat İlçesinin Çay köyünün yol sorunu bile Meclis'e taşınıyor. Bazı yetkilerin yerele devredilmesi gerekiyor bu açıdan Anayasa değişikliği çok önemli.
KOBİ'ler kıdem tazminatında sıkıntı çekiyor
-Geçmişte kurulan bütün fonların başarısızlıkla sonuçlandığı, kıdem tazminatı fonunun da aynı duruma geleceği yönündeki eleştirilere katılıyor musunuz?
Bu durum, fona olan ihtiyacı ortadan kaldırmaz ayrıca fon kurulması ILO'nun da gereği. Yani işçinin ücretlerinin garanti edilmesine dair ILO'nun emri var. Ücret garanti fonundan ödeme güçlüğü çeken işletmelerdeki işçilerin birinci ikinci ve üçüncü kez uzatılarak ödeniyor olması ILO'nun emri gereği yapıldı, bu birilerinin itiraz ettiği İş Kanunu sayesinde oldu.
KOBİ'ler hem üretim bakımından, hem yönetim bakımından hem yeni pazar stratejileri bakımından gelişme ihtiyacı içindeki işletmeler bir çok kişinin kıdem tazminatını aynı anda ödemek zorunda kaldıklarında, çok sıkıntı çekmekteler. Yani sermayeyi tüketebilmekteler. Onların primli sistem içinde yer alması bence doğru olur. Belki başlangıçta prim yüksek gelebilir ama işsizlik sigortası fonu başta yüzde 5 ile başlamıştı yüzde 3'e düştü. Yani fon kendi kendini çevirmeye başladığında ödenen primler aşağı düşebilir.
'Şike Yasası' içime sinmedi
-Şike Yasasının veto edilmesinin sonra Çankaya ile bir görüş ayrılığı ortaya çıktı. Sizin bu yasaya ilişkin görüşünüz nedir?
Bir defa AK Parti'nin herhangi bir yasanın çıkarılması ya da iadesinden kaynaklı olarak kendi içerisinde bir iktidar savaşı ya da rekabeti yaşayabileceğine ihtimal vermek için AK Parti'yi çok iyi tanıyor olmak lazım . Bu bir temenni gibi geliyor bana böyle bir ihtimal yok, AK Parti çok köklü bir parti ve AK Parti'de bu rekabet içerisinde olduğu varsayılan isimler gerektiğinde özverili davranmasını bilmişlerdir.
Bu açıdan ben böylesine özverili ve erdemli davranabilen insanların böyle küçük hesaplar yapabilecekleri ithamını haksızlık olarak görüyorum. Bunu doğru bulmuyorum, ama doğrusu şike yasası benim içime sinmedi. En azından Meclis'in daha çok benimseyebileceği, vicdanı rahatlatabilecek bir yasaya ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Ne caydırıcılıkta bir orantısızlık olmalı ne de müeyyidelerin düzenlenmesinde bir orantısızlık olmamalı.
Bir yasa varsa caydırıcılığı da devamında olmalı. Benim anladığım bir konu değil ama ben Meclis'i seyrederken şuna üzülüyorum, bu kadar çok birbirinden uzak duran birbiriyle rekabet içinde olan siyasi parti grupları nasıl oluyor da sendikalar yasası gibi çok sayıda insanı ilgilendiren, sendikal mevzuatta uzlaşamazlar doğrusu bunu anlamakta da zorlanıyorum. Siyasetin acemisi olduğumuz için biraz bazı şeyleri anlamakta zorlanıyoruz.
Mercedesim oldu ama imkânım olsa helikopter de alırdım
Pahalı araçlar, gösterişli binalar, sendika yöneticilerinin pahalı zevkleri sıkı sık gündeme getirilen konular ve bunların sendikaların itibarlarını kaybetmesine neden olduğu belirtiliyor, bu eleştirilere ne diyorsunuz?
Benim mercedesten bahsediyorsunuz. Mercedesten çok bahseden siyasiler acaba mercedes firmasından bir reklam ücreti mi alıyorlar bunu merak ediyorum. İkincisi mercedes fiyatına hatta daha pahalı arabalar kullananlar var bunu biliyorum. Belki Hak-İş Başkanı olduğum için ben kullanınca biraz mesele oldu eğer benim imkanım olsa helikopter de alırdım.
Yüzlerce şube kongresine yetişmek zorundasınız iş kazalarına yetişmek zorundasınız, üyelerinizin bir kısım toplu sözleşme törenleri grevlerine ve eylemlerine yetişmek zorundasınız. 70'li yılların ideolojik ufkuyla, herhangi bir marka tutkunluğu içinde olaya bakamayız. Sendikaların ilkelerine, geleneğine, yeniden yapılanmasına rolünün yeniden belirlenmesine, sendikal felsefenin değişikliğine ilişkin benim söylediklerim yazdıklarım var bunları anlamayanlara, göz hizasında olaya bakanlara hayret ediyorum. Sayın Kılıçdaroğlu kendisi İş Bankası yönetim kurulu üyesiyken neye biniyordu?
Kim demiş audi, mercedesten daha ucuz diye ayrıca ahlaklı olmak konusunda kimse bana ders veremez. Meclis'in bana tahsis ettiği makam aracı var, 6 aydır özel arabamla eve gidip geliyorum, makam aracını ancak bir göreve çıktığımda kullanıyorum. Ahlak ve ilke konusunda hassasiyet gösteren birisinin mercedesle vurulmak istenmesini iyi niyetli bir yaklaşım olarak görmüyorum ben imkan olsa sendikaların her türlü teknolojiden yararlanmasını sağlayacak bir güçte olmasını arzu ediyorum. 16 yıl Hak-İş genel başkanlığı yaptım, bir kuruş maaş almadım, kıdem tazminatı almadım, hizmet ikramiyesi almadım bu erdemli davranışın dikkate alınması yerine mercedes düzeyinde bir tartışma yapılıyorsa bir saldırı var demek.