Kalkınma yolunda yeni eşik 'orta gelir' tuzağı
MÜSİAD Ekonomi 2012 Raporu'nda; Merkez Bankası'nın, duruma göre şekillenen esnek bir para politikasıyla, proaktif rolünü bir müddet daha devam ettirmesinin önem taşıdığı kaydedildi.
Abone olİSTANBUL - Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Nail Olpak, hazırladıkları "Ekonomi 2012 Raporu"nu, Türkiye'nin kalkınma yolunda takılmaması gereken en büyük engeli "orta gelir tuzağı" çerçevesinde şekillendirdiklerini belirterek, "Aksi halde Türkiye, bir sonraki kalkınma hedefi olan 'yüksek gelirliler grubu'na giremeyecektir" uyarısında bulundu.
Olpak, MÜSİAD'ın Ekonomi Danışma Kurulu tarafından hazırlanan "2012 Türkiye Ekonomisi Raporu"nun sunuşunda, Türkiye'nin yapısal bir dönüşüm sürecine girerek, geçmişe göre birçok alanda farklılıklar sergilediğini, dünya ekonomisinde ise büyüme, ticaret hacmi ve sermaye hareketleri alanında başarılı bir performans sergilediğini söyledi.
Türkiye'nin geçirdiği yapısal dönüşüm, AB'ye tam üyelik ajandası ve yakalanan güven ve istikrar ortamı sayesinde, dünyadaki konjonktüre genel olarak başarıyla ayak uydurduğunu, hatta bu durumdan faydalanarak AB ile bir yakınsama sürecine girdiğini belirten Olpak, bu çerçevede, Türkiye ekonomisinin, uzun süredir gelişigüzel sürüklenen görüntüsünden çıkarak, kendisine rotası belli bir yol çizdiği değerlendirmesinde bulundu.
Olpak, 2009 yılına gelindiğinde ise demokratik anlamda bazı sıkıntıların yaşandığını, bununla birlikte yorgun bir iç konjonktüre sızan küresel krizin, 2002 yılından beri sürdürülen büyüme macerasının önüne bir engel olarak çıktığını, ancak Türkiye'nin, bu netameli süreci de atlatmayı başardığını, gerek ekonomi, gerekse demokrasi cephesinde, 2010 itibariyle yeni hamleleri yapabildiğini kaydetti.
"Gelişmiş ülkelerin 'hala hasta' olduğu global ortamda, Türkiye koşmaya başladı"
Bunun sonucu olarak gelişmiş ülkelerin hâlâ hasta oldukları bir global ortamda, Türkiye’nin ayağa kalkarak koşmaya başlaması ve yarışta en önlerde yer almasının, tüm dünyanın dikkatini çeken bir gelişme olduğuna işaret eden Olpak, "Öte yandan, son yıllarda yaptıkları ataklarla yıldızı parlayan gelişmekte olan ülkelerin kategorisinde de Türkiye, üst sıralara tırmanmayı başarmıştır. Nitekim henüz birkaç yıl öncesine kadar, gelişmekte olan ülkelerin büyüme ortalamasının altında bir performans göstermiş olan Türkiye ekonomisi, sırasıyla yüzde 9.2 ve yüzde 8.5 oranında büyüme oranlarına imza atarak, 2010 ve 2011’de bu farkı kapatmış. Çin ve Arjantin ile birlikte en hızlı büyüyen ülkeler arasına girmiştir" dedi.
"İşsizlik tedavi edilmeye başlandı"
Olpak, Türkiye ekonomisinde 2011’de gerçekleşen yüzde 8.5 oranındaki büyümenin detaylı olarak incelendiğinde, bu gelişmede 2010 yılına benzer bir şekilde, özel tüketim ve özel yatırımların rol oynadığının görüldüğünü söyledi.
İhracatın, yılın ikinci yarısında atağa geçerek, kalkınmaya ivme kazandıran faktörlerden biri olmasının sevindirici bir gelişme olarak görülmesi gerektiğini dile getiren Olpak, arz yönü incelendiğinde ise milli gelir artışında, özellikle ticaret, ulaştırma ve inşaat sektörlerinin hız kazandırdığı hizmetler sektörünün yanı sıra, sanayi sektörünün de büyük payı olduğunu söyledi. Bununla birlikte, ekonomide kriz sonrasından bu yana kaydedilen büyümenin, istihdam piyasalarına da canlılık getirdiğini ifade eden Olpak, "İşsizlik sorunu nihayet tedavi edilmeye başlamıştır" yorumunu yaptı.
Olpak, kriz döneminde yüzde 14 bandına tırmanan işsizlik oranının, 2011 yılında tek haneye düşürülerek yüzde 9.8 seviyesine gerilediğini, 2011 Eylül döneminde gerçekleşen yüzde 8.8’lik oranın ise işsizlikte 2002’den bu yana görülen en düşük rakam olduğu değerlendirmesinde bulundu. Bununla birlikte, maliye politikasının başarılı bir şekilde yönetildiğini savunan Olpak, bütçe açığının milli gelire oranının, 2011 itibariyle AB ülkelerinin hayal bile edemeyeceği Maastricht Kriterinin dahi oldukça altında olan yüzde 1.3 seviyesine indiğini kaydetti.
"Enflasyonist baskı hissedilmeye başlandı"
[PAGE]"Enflasyonist baskı hissedilmeye başlandı"
Öte yandan, kriz ve sonrasında proaktif bir yaklaşımla yürütülen para politikasıyla, finansal ve fiyat istikrarının da arzu edilen şekilde sağlandığını söyleyen Olpak, "Ancak, 2011 yılının son çeyreği itibariyle döviz kuru geçişkenliği ve çeşitli ürün gruplarında yapılan zamların etkisiyle, enflasyonist bir baskının hissedilmeye başladığını da belirtmek gerekir" uyarısında bulundu. Diğer yandan Türkiye'nin, bir ödemeler dengesi krizine girmeden yoluna devam edebilme kabiliyeti kazandığını belirten Olpak, bu durumun da aslında önemli bir değişimi gösterdiğini dile getirdi.
Ancak yine de, konjonktür idaresini etkin bir biçimde yapmakla birlikte, stratejik dönüşüme de hız vermenin vakti geldiğini söyleyen Olpak, "Nitekim, yüksek ve kesintisiz sürdürülebilir büyüme için, Türkiye’nin potansiyel büyüme seviyesini mevcut yüzde 5 düzeyinden, yüzde 7 düzeyine taşıyacak reformlara ihtiyacı vardır.
Aksi takdirde Türkiye, 2004 yılında düşük gelirli ülke sınıfından nihayet mezun olarak girmeye hak kazandığı orta gelirli ülke statüsünde, çok uzun yıllar boyunca kalacak ve bir sonraki kalkınma hedefi olan 'yüksek gelirliler grubu'na giremeyecektir. İşte 'orta gelir tuzağı' olarak adlandırılan ve gerek geçmişte gerekse bugün sayısız ülkenin maruz kaldığı bu sarmalın içine girmeyip, çıtayı hızla yükseltmek için de vakit kaybetmeden, verimliliği ve rekabet gücünü artıracak stratejik politikalar dizayn etmek ve uygulamak gerekmektedir" diye konuştu.
"İlk 10 ekonomiye girmek için daha çok yolumuz var"
Olpak, bu bağlamda benimsenecek en önemli yaklaşımın ise artık geçmişte yapılamayanları telafi etmeye çalışmak yerine, gelecekteki dünyaya odaklı bir pozisyon almak gerektiğini, geleceğin dünyasında söz sahibi olabilmek için şimdiden yapılması gerekenin de bu olduğunun altını çizerek, "Dolayısı ile Cumhuriyet’in 100. yılı için konulan hedefler kadar, 2050 yılına dair hedefler de belirlenmeli, Türkiye ekonomisinin yol haritası somut olarak takvime bağlanmalıdır" dedi.
Dünyada ilk 10 ekonomi arasına girmek için gerek milli gelir, gerekse dış ticaret gibi unsurlarda dünya ekonomisinden belli paylar almak gerektiğinin unutulmaması gerektiğinin altını çizen Olpak, "Veriler göstermektedir ki bugün global ölçekte ilk 10’a girebilen ekonomiler, dünya gayrisafi hasılasının (GSYH) ve ihracatının en az yüzde 2.5’luk kısmını oluşturuyor.
Dolayısıyla ülkemizin 2011 itibariyle, dünya GSYH’sindeki payını yüzde 1.25’e, küresel ticaretteki payını da yüzde 0.75’e yükseltmiş olması önemsenmesi gereken bir başarı olmakla birlikte, daha büyük çabalar sarf edilmesi gerektiği de açıkça ortadadır" dedi.
Anayasa
Olpak, öte yandan gelişmiş ülke statüsüne ulaşmak için de kat edilmesi gereken ciddi bir mesafenin olduğuna işaret ederek, "Zira hem orta gelir tuzağına takılmadan kişi başına düşen milli geliri hızla artırmanın, hem de halen dünya genelinde 92. sırada bulunduğumuz ve yaşam kalitesi, eğitim gibi faktörlerin göstergesi olan İnsani Gelişim Endeksi’ndeki yerimizi, ilk 50 olarak telaffuz edebileceğimiz, oldukça yukarı seviyelere çıkarmanın çarelerini ivedilikle bulmak durumundayız" önerisinde bulundu.
Ekonomik performansın, demokrasi seviyesiyle birebir bağlantılı bir gidişat sergilediğinin de unutulmaması gerektiğini hatırlatan Olpak, bu minvalde toplumsal mutabakata dayalı, özgürlükçü ve sivil bir anayasanın bir an önce oluşturulması gerektiğine işaret etti.
Merkez Bankası esnek politikası bir müddet daha devam ettirsin
Konuşmasının ardından Olpak'ın açıkladığı MÜSİAD'ın "Ekonomi 2012" raporunda, enflasyonun yeniden yüzde 10 bandına çıktığına işaret edilerek, enflasyon ile hedeflenen enflasyon arasındaki farkın açılarak, bunun olağan hale gelmesinin, TCMB’nin kredibilitesini de orta vadede olumsuz etkileyebileceği belirtildi. Merkez Bankası'nın, duruma göre şekillenen esnek bir para politikasıyla, pro-aktif rolünü bir müddet daha devam ettirmesinin önem taşıdığı kaydedildi.
Ekonomi raporunda, şu önerilere yer verildi:
-Bankaların yurtdışına verdiği döviz depoları için oluşturulan kredi limitlerinin (line) BDDK tarafından sıkı takip edilerek gerektiğinde indirilmesi sağlanmalı.
-Kısa vadeli spekülatif yabancı yatırım fonlarının toplam yabancı sermaye yatırımları içerisindeki payını azaltmaya yönelik faiz indirimi aktif olarak kullanılmalı.
-Kısa vadeli döviz açığı, kur üzerinde bir baskı oluşturmakta, bu nedenle finansal istikrar açısından, açığın orta vadeli finansmanlarla giderilmesine yönelik çalışmalar önem taşıyor.
-Kamu harcamalarında etkinliğin artırılması için 5018’le getirilen performans esaslı harcama yönetimine verilen önem artırılmalı.
-Vergiler dışında sağlam ilave gelir kaynakları yaratılmalı.
-Kayıtdışıyla mücadelede, denetlemelerin ve teşviklerin yanı sıra, iş ve çalışma hayatına ilişkin mevzuat basitleştirilmeli. Vergi sisteminin bazı alanlarda yeniden gözden geçirilmesi de ihmal edilmemeli.
-İhracat teşviklerinin artırılması, düşük maliyetli ihracat finansmanının sağlanması, ihracat gelirlerinden elde edilen vergilerde avantaj sunulması gibi unsurlar, ihracatın daha rekabetçi bir alan haline dönüşmesini sağlayacak.
-İhracatın daha yüksek bir ivmeyle artması için ürün ve pazar çeşitliliği artırılmalı, bu da özellikle teknoloji ve inovasyonla gerçekleştirilmeli.
-İhracatın teşviki açısından Eximbank, pazar, ürün çeşitlendirme ve markalaşma önceliklerine göre yeniden yapılandırılmalı.
-Enerji ihtiyacı, ithalat probleminin en büyük kaynağını oluşturuyor. Petrol ve doğalgaz gibi kaynakların, Türkiye’deki kıtlığı bilinmekle birlikte, en azından bu ürünlerin yerli üretimini yapmak amacıyla, rafineri sayısı artırılmalı. Alternatif enerji üretimiyle ilgili çalışmalar da hız kazanmalı.
-Yerli üretim için yerli malı kullanım teşviki sağlanmalı.
-İşsizliğin daha da düşük seviyelere düşürülmesinin yanı sıra, işgücüne katılımın artırılması ve istihdam piyasalarında verimlilik ve kaliteden verilen ödün konusunda çalışmaların yapılması, önümüzdeki dönemde izlenecek istihdam stratejisinin ana hatlarını oluşturmalı.
-Kadınlar, işgücü piyasalarına girmeleri için cesaretlendirilerek, teşvik edilmeli, işgücü piyasalarındaki katılıklar da giderilmeli.
-Yatırımlar, büyümenin en önemli faktörleri arasında yer alıyor, özellikle uzun vadeli olan yabancı kaynaklı direk yatırımları, ülkeye çekmek için de çalışmalar hızlandırılmalı.
-Girişim Sermayesi (Private Equity )modeli bankalarca kullanılmalı.