Kalıcı sistemik kriz yeni bir evresinin daha kapılarını aralıyordu
Abone olA. Levent ALKAN / Araştırmacı-Yazar
Şubat'ın üçüncü haftası, yılın en hareketlisiydi ve köklü değişimlere gebeydi. IMF, tüm bu kargaşanın ortasına gelişen ülkelere sermaye girişlerinin kontrolünü (19 Şub 2010) tavsiye ederek giriyordu. Faiz arbitrajları (carry trade), mevzuat yetersizlikleri, türev ürünlerle transfer edilip gizlenmiş riskler Keynesyen politikaları tercih eden ülkelerin kırılganlıklarını artırıyor, küresel finans sistemindeki belirsizleri zirveleştiriyordu. Krizlere özgü sayısız bilinmez, bir arada sıralanıyordu. İşsizlik sorunu, FED'in kurtarmalarla aşırı büyümüş rezerve parası, enflasyon endişeleri, zamanında normalleşebilmek, çıkış (exit) stratejileri, aşırı fiyat artışları (balonlar), küresel dengesizlikler, şeffaflıklara düşmüş lekeler olup; sıram sıram diziliyorlardı. Şubat'ın üçüncü haftası, yılın en hareketlisiydi ve köklü değişimlere gebeydi. IMF, tüm bu kargaşanın ortasına, gelişen ülkelere sermaye girişlerinin kontrolünü (19 Şub 2010) tavsiye ederek giriyordu. Çin ve Hindistan'ın bu kriz koşullarında yaşadığı balon, en sonunda küreselleşmiş dünya ekonomisinin başına bela olmaya adaydı. Uluslararası serbest sermaye hareketleri, krizin bozduğu ekonomik dengesizlikleri besleyip büyütmeye devam ediyordu ki, IMF'den balon ekonomilerinin aşırılıklarına set çeken açıklama gelmişti.
Delik büyük yama küçük
Krizin tüm bu bilinmezleri yanında, bir de bilinenleri vardır ki; onları da unutmamak gerekiyor. Bir defa, "piyasa-ekonomi" hattı üzerinden yükselen "sistematik" sorunlar zinciri kadar dar kapsamlı değildi. Hane halkı, yatırımcı, tüketici derinden etkilenmişti. Dünya ekonomisini bir an bir otomobil gibi düşünelim. AB-ABD-Asya Pasifik-gelişen ülkeler; tekerleri üzerinde yürüyen dünyanın küresel sistemik krizle birlikte, dört tekeri birden patlamıştı. Yüzyılın krizleri, büyük buhranı saymazsak, hepsi de "sistematik" deneyimlerdi. Yani, tekerlerin birisinin bir anda patladığı krizlerdi. Yaşadığımız son kriz, küresel ekonominin dört tekerlerini aynı anda patlatan "sistemik" kapsamlı bir krizdi. Bu nedenle, krizin toplumsal yansımaları en ağır boyutta hissediliyordu. Geçen hafta ABD yeni bir 11 Eylül korkusu daha yaşıyordu. Bir ABD vatandaşı, eyalet vergi binasına çalıntı uçakla intihar saldırısı düzenlemiş; bina kullanılamaz hale gelmiş, kendisi de ölmüştü. Saldırı, 2011 vergi uygulamasına olan sert bir tepkinin yansıması olmuştu. TARP ile bankalara sermaye enjeksiyonu yaparak ortak olunan, birleşmeye teşvik edilen, kamulaştırılan kuruluşlar, devlete 2.1 trilyon USD'a mal olmuştu.
Açılan bütçenin finansmanı tüm kesimlerin sırtına biniyordu. Bu kriz çok farklıydı. Çünkü ortadaki enkaz, en fakirin iflas etmesiyle yıkılan kartondan kulelerin acıklı bir hikayesiydi. Krizlerin bilinen kuralı, kriz sistemik olunca, ta derinlere kadar işliyordu. Durgunluk uzadıkça fakirler fakirleşiyor, zenginler zenginleşiyor ve orta kesimden aşağıya, fakirlere kaymaların sayısı hızla artıyordu. Sadece işsizlik artışı değil, işi olanların da gelirleri adım-adım eriyordu. Bakın Obama'nın 2011 vergi paketi bütçenin bu yaman sorunu nasıl çözümlüyordu: 1. İş dünyasının vergi yükü artıyordu. Zaten ABD'nin kurumlar vergisi yeterince yüksekti. Japonya'nın hemen ardından geldiğini hatırlamak gerekiyor. 2. LIFO (son giren ilk çıkar) stok değerleme yönteminin iptalinin istemi bile, şirketler için daha fazla vergi ödemek anlamına geliyor. 3. Uluslar arası gelirlerine bile vergi alırken ABD diğer uluslardan ayrılıyordu. Buna rağmen, biraz daha vergi oranlarını artırmayı uygulamaya almak istiyordu. Böylece, çokuluslu firmaların vergi yükü artırılacaktı. 4. Yüksek gelir gurubundaki kesimden, yüksek vergi uygulaması başlatmayı düşünüyor. Bu uygulama doğru bir düşüncedir ancak, kulislerin karşısında yıpranmadan durabilecek bir Obama'ya çok ihtiyaç olacaktır. Çeşitli nedenlerle, kısa vadeli yatırımlar durabilir. Bu istihdamı vurup, endişeyi tırmandırabilir. Sonuçta, esas kazanan, uzun vadeli yatırımların olmasını düşünülür. 5. Enerjilerden alınan vergilerdeki artış, oldukça düşündürücüdür. 2011 yılının vergi uygulamaları ile istihdam politikaları birbiriyle taban tabana çelişiyor. Obama, 2011 yılını ekonomiyi beş koldan saran vergi artışlarıyla karşılıyor. Demek ki Obama, 2011 yılını normalleşmenin başlayacağı yıl olarak ilan etmiştir. Şunu da unutmamak gerekiyor; krizden çıkış, 2011 değil de 2012 de olursa, bu vergi artışları geri teper ve durgunluk sürecini uzatan araçlara dönüşür. Obama'nın sosyal güvenlik giderleri eğrisini aşağı doğru bükecek bütçe tasarısında, sosyal güvenlik prim ödemelerini aile başına 2,500 USD'lık düşüşe rağmen başarabilmek, ABD tarihinde bir ilk uygulama olacaktır.
Sosyal güvenlik hizmetlerinde kabak işsizlerin başına patlıyordu
Ulusal ekonomimizin ABD ile gelişen ülkeler arasındaki korelasyonu, her zaman yüksek seyrediyor. Ulusal ekonomide de artan bütçe açıkları; sosyal güvenlik kurumu açıkları, enerji ve otomatik fiyatlama mekanizmalarından etkileniyor. İşsizlik maaşı alabilecek statüdeki çalışanlar, 90 gün prim ödemesi yapmışlardır. Bunlar, işlerini kaybettikten 100 gün sonrasındaki dönemde, kendilerinin ve ailelerinin sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi mümkündü. Yeni kararla istihdam piyasasının bu uygulaması, işsizlere sağlık güvencesi sunan süreyi, sadece 10 güne indirmeyi öngörüyordu. Ancak son anda sağlık bakanının devreye girmesiyle, yasa geri çekildi ve eski haline yani, 100 güne çıkartıldı.
Bankalar kendi aralarında borçlanacak kadar güven tesis edince FED düğmeye bastı
FED iskonto penceresindeki faizlerini geçen hafta %0.75'e yükseltti. Bir kısım çevrenin ilk tepkileri, genişlemeci para politikasından çıkışın ilk sinyalleri alındığına dair görüşlere dayanıyordu. ABD'de yürürlükte yer alan geniş bir faiz araç yelpazesi bulunuyor. Bu farklı faiz uygulamalarını bir başka yazımda kapsamlıca yer vermeliyim diyerek atlıyor ve bizim için gerektiği kadar, sadece başlık olarak kullanıyorum. FED'in iskonto penceresini 25 baz puan artırması şu anlama geliyor: 2008 Eylül'ü krizde piyasalar arası oynaklığın zirvede, güvensizliğin kol gezdiği olağanüstü gerginlikte bir dönem yaşanıyor. Tansiyon o kadar yüksekti ki, normal zamanlarda bankaların kendi aralarında sonuna kadar açık tuttukları faiz penceresi, ya tamamen kapanmıştı ya da küçücük bir aralıkla açık bırakılmıştı. Yani bankalar birbirlerine güvenlerini bir anda yitirmişlerdi. Bazen batmalarına sebep olacak kararların altına imza atmaktan bile çekinmeyen bankalar, düşmanca satın almalarla yüzleşebiliyordu İşte bu noktada FED devreye girip, bankaların birbirlerine açmadıkları en kısa vadeli kredileri düzenli ve programlanabilir bir çerçevede sağlıyordu. Geçen Perşembe 25 baz puanlık artışla FED, bankaların eski zor günlerindeki likit gereksinimini karşılama misyonunu yavaş-yavaş rafa kaldırıyorum demektedir. Hani o meşhur Türk atasözündeki, "yar yıkıldığı gün tozar" ifadesi, açıkça karşılığını bu krizde bulabilmişti. Bankaların yıktığı uçurum (yar), tozu dumana katmıştı ancak, çok öncelerden hayal-meyal bir iz gibi kalmıştı. Yavaş-yavaş ekonomide güven yerine oturuyordu. Bu nedenledir ki, bankalar da birbirlerinin gecelik fon ihtiyaçlarını pek tabii karşılayabileceklerdi.