Ekonomik büyüme mi, kalkınma mı?
Abone olDr. Rıfat ALTAN / Kuzeydoğu Anadolu Kalkınma Ajansı (KUDAKA) Genel Sekreteri
Genel anlamıyla "kalkınma" ya da "gelişme", ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda ilerleme kaydedilmesi ve toplum refahının artmasıdır. Kalkınma kavramı, iktisadi kalkınma, sosyal kalkınma, kültürel kalkınma gibi sadece iktisat disiplininde değil, diğer birçok disiplinde de kullanılan bir kavramdır. Gelişmeyi, ilerlemeyi ifade etmek için kullanılan kalkınma kavramının anlamı, toplumların yaşadığı değişim süreçlerine paralel olarak farklı içerikler kazanmıştır. 1970'li yıllar öncesinde genelde dar anlamında kullanılan kalkınma kavramı, daha çok ulusal gelirdeki artışla ölçülen ekonomik büyümeyi hedeflemiştir. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrasında ortaya çıkan "büyüme merkezli kalkınma" yaklaşımında, kalkınmanın temel amacı, üretim ve istihdam yapısını, tarımdan ziyade, sanayi ve hizmet sektörleri doğrultusunda dönüştürmek olduğundan, kişi başına düşen milli gelir, ülke refahındaki değişimlerin temel göstergesi olarak değerlendirilmiştir. Dolayısıyla bu yaklaşımda, iktisadi alanın iyi yönetilmesi ve büyümenin devamlılığının sağlanması esas olmuştur. Ancak, daha çok üretim kapasitesinin ve üretimin artmasıyla sağlanan ekonomik büyüme endeksli klasik kalkınma kavramı, 1960'lardan sonra siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda yaşanan gelişmeleri ve ekonomik olmayan unsurları yansıtmakta veya ifade etmekte yetersiz kalmıştır. Bu yaklaşımın yetersiz kalması ve ekonomik açıdan kalkınmış birçok ülkede bile sosyal sorunların çözülemediğinin görülmesi, kalkınma kavramının 1970'lerde yeniden tanımlanmasını ve ekonomik büyüme ile insani gelişme arasındaki ilişkinin daha iyi kurulmasını gerektirmiştir. Kalkınmaya, insani, sosyal, kültürel, çevresel ve mekansal boyutları da katma amacı taşıyan yeni kalkınma anlayışı, ekonomik büyüme kavramı yanında, yoksulluk, işsizlik, gelir dağılımı ve bölgesel dengesizlikler gibi unsurların da kalkınma tanımları içinde yer almasını öngörmektedir.
Özellikle 1990'lardan sonraki kalkınma tartışmaları, kalkınmanın sosyal, kültürel ve siyasal yönlerinin geçmişte ihmal edildiğini belirterek, makroekonomik istikrar, yönetişim, kurumların güçlendirilmesi ve katılım gibi konulara odaklanmıştır. 1990'lardan itibaren uluslararası sistemde meydana gelen gelişmeler kalkınma anlayışındaki değişikliği pekiştirmiştir. Bu gelişmelerin başında, Sovyetler Birliği'nin yıkılışı, Doğu Avrupa'nın çözülmesi, ulusal bağımsızlık mücadelelerinin artması ve etnik ve dini çatışmaların alevlenmesi gibi siyasi gelişmelerin yanı sıra, çevre kirliliğinin artması ve buna bağlı olarak ekolojik dengenin bozulmaya başlaması, kalkınmanın sürdürülebilirliğine vurgu yapılması, AIDS gibi bulaşıcı hastalıklar ve uyuşturucu ile mücadele gereği gibi ekonomik ve toplumsal sorunların artması gelmektedir. Ulusal ve uluslararası alanda meydana gelen bu değişim süreci ve büyüme merkezli kalkınma anlayışının dünyanın karşı karşıya kaldığı açlık, etnik ayrılıklar ve ekolojik felaketlerden kurtaramaması, hatta bazı görüşlere göre bu duruma katkıda bulunması, insanı kalkınmanın bir metası olarak gören klasik kalkınma anlayışının ve genel anlamda Ortodoks iktisadın sorgulanmasına ve kalkınma sorunsalında büyüme merkezli anlayıştan "insan merkezli" kalkınma anlayışına geçilmesine neden olmuştur.
İnsan merkezli yeni kalkınma anlayışına göre, kalkınma, iktisadi büyümenin ötesinde insanın yaşam kalitesi ve koşullarının iyileştirilmesiyle ilgilidir. Kalkınma, uzun vadeli çıkarları, kültürel farklılıkları, ekolojik dengeleri ve ekonomik büyümenin sürdürülebilirlik boyutunu dikkate almalıdır. Kalkınma, bir ekonomik terim olmaktan çıkarılıp, sosyal, siyasal ve kültürel boyutları da içeren disiplinler arası bir yaklaşım olarak anlaşılmalıdır. Kalkınma, küreselleşen dünyada ortak çıkarların sürdürülebilir şekilde sağlanması için, dünyayı bir bütün olarak algılayan ve gelişmiş olsun az gelişmiş olsun tüm ülkelerin ortak sorumluluklar yüklendiği ve işbirliği halinde hareket ettiği bir anlayış olarak anlaşılmalıdır. Bunların yanında, yeni kalkınma yaklaşımında, beşeri ve doğal kaynakların doğru yönetimi, eşitlik, sosyal adalet, demokratikleşme, sivil toplumun yaygınlaştırılması, adem-i merkeziyetçilik, kaynakların yönetiminde yerel sivil topluma hükümetin yanında söz hakkı tanınması gibi unsurlar ön plana çıkmaktadır.
Özetle, klasik kalkınma anlayışında, kişi başına düşen milli gelir gelişmişliğin en belirleyici ölçütü olarak kabul edilirken; yeni kalkınma anlayışında, bir ülkede milli gelirdeki artışın yüksek olması, tek başına o ülkeyi gelişmiş bir ülke yapmak için yeterli görülmemektedir. Gelişmiş bir ülkede, ekonomik büyümenin yanında, ulusal gelirin dengeli dağılımı, bölgelerin dengeli gelişimi, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerin herkese tatmin edici derecede sunulması, bilgi ve iletişim teknolojisinin yaygınlaştırılması (BİT), sosyal ve kültürel alt yapının iyileştirilmesi, çevre ve çevre koruma bilincinin geliştirilmesi, kadınların sosyal ve ekonomik hayata katılımının arttırılması ve insan haklarının geliştirilmesi gibi siyasal, toplumsal ve kültürel gelişmelerin de sağlanması gerekmektedir. Dolayısıyla, her ne kadar ekonomik büyüme, kalkınmanın diğer boyutlarının da sağlanması için gerekli bir ön şart niteliğinde ise de, bu anlamda bir garanti değildir. Kalkınma kavramını ekonomik büyümeden ayıran en önemli özellik, bu kavramın gelir artışının yanında, toplumun genelini kapsayan sosyal, siyasal ve kültürel yapılarda da bireyin yaşam kalitesini arttıracak değişim süreçlerini de kapsamasıdır. Yani kalkınmada, her alanda topyekün bir ilerleme söz konusu olmalıdır.
Bunun yanında, günümüz kalkınma anlayışında kalkınmanın sürdürülebilirliğine giderek daha fazla vurgu yapılmakta ve "sürdürülebilir kalkınma" kavramı kalkınma tartışmalarının odağında yer almaktadır.
Literatürde "sürdürülebilir kalkınma" (sustainable development), günümüz kuşaklarının gereksinimlerinin gelecek kuşakların gereksinimlerinin karşılanmasından taviz vermeden karşılanması olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifadeyle, sürdürülebilir kalkınma, doğal kaynakları tüketmeden doğa ile uyum içerisinde ve kalkınmanın gelecekte de devam etmesine imkan verecek şekilde kullanarak, sadece bugünün nesilleri değil, gelecek nesillerin de ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayacak, ve sosyal, ekolojik, ekonomik, mekansal ve kültürel boyutları da içeren bir kalkınma modelidir. Sürdürülebilir kalkınma anlayışının temelinde mekan boyutuna işaret eden kuşak içi dayanışma ve zaman boyutuna işaret eden kuşaklararası dayanışma ve adalet yer almaktadır.
1) D. Genç, Ö. Uçkun, "Sosyal Kalkınma Üzerine Değerlendirme", <http://kalkinma.org/> (18.11.2007)
2) İbid.
3) A. Mengi ve N. Algan, Küreselleşme ve Yerelleşme Çağında Bölgesel Sürdürülebilir Gelişme AB ve Türkiye Örneği, Siyasal Kitabevi, Ankara, 2003, s. 3