Eğri oturup doğru konuşalım

Abone ol

A. Levent ALKAN / Araştırmacı-Yazar

Merkez Bankası'nın geçen haftaki para politikası kurulu (PPK) toplantısından faizleri değiştirmeme kararı çıkmıştı. Kurul, dünyada ezici çoğunluğun uygulamakta olduğu, gevşek para politikasına devam diyordu. Ancak şu noktanın altını çiziyordu. Enflasyon beklentilerindeki herhangi bir bozulmaya tepkim, açık ve net olur demektedir; "gecikmeyen bir sıkı para politikası". Sadece bu cümle bile, hazinecilerin kulağına bir anda kar suyu kaçırdı. Faizlerde yukarı beklenti kutusunun ağzı açıldı. Banka "önümüzdeki döneme ilişkin tespitleri" ni sıralıyor.

1. Enflasyon son çeyreğe kadar yükselişini sürdürür.

2. 2011 yılının ilk aylarından başlayıp hedeflerle aynı paralele gelinir.

3. Çekirdek endeks "I", mart ve nisan aylarında yükselecek. Çünkü geçen yıl, vergi teşvikleri "I" endeksinin düşük tutuyordu. Bu yıl vergi teşvikleri kalktı ve bir baz etkisi elde edildi.

Geçen Salı FED'in de PPK toplantısı gerçekleşmişti. Karar bir değişikliğe gitmemek yönündeydi. Önceki toplantıda federal fon oranıyla iskonto penceresi faizi arasındaki farkı %0.5'e çıkartmıştı. FED bankaların kendi aralarında borç bulma olanaklarının biraz daha iyi duruma geldiğini ifade eden; politika faizi (%0.25) ile iskonto penceresi arasındaki faiz oranı (%0.5) farkını 0.25'den (%0.75) çıkarmıştı. Krizde güven bunalımı olağanüstü bir hızla likidite bunalımına dönüşmüştü. FED para politikası aracını miktarsal kolaylaştırma dahil, her türlü gevşetme girişimini uygulamasına alarak, bankaların birbirlerine olan güvensizliklerinin ekonomiye tahbiratını kendi sağladığı fonlar aracılığıyla üstlenmişti.

Bizde 2010 Ocak uluslararası net yatırım pozisyonu açıklandı. Verilerden çıkartılacak birçok sonuç var. Küresel ekonominin ısındığı 2007'de, 314milyar USD net yatırım pozisyon açığı bulunuyorken; krizin en sert yılı 2008'de açık, 198mia USD'a kadar gerilemiştir. 2009, dünya için de Türkiye için de, beklenenden çok iyi sonuçlanmıştı. Açık 2010 Ocak için 286milyar USD düzeyinde.

Uluslararası Net Portföy Yatırımlarının Dağılımı [%]

Tüm bu veriler bizi şu 3 sonuca ulaştırıyor; a. Büyüdükçe artan açık, b. Küçüldükçe daralan açık, c. Her konjonktürde kaçınılmaz olarak açık.

Büyüyoruz ama nasıl?  

Büyümemiz dışa bağlı. 2008'de dünya ekonomisi likidite ve güven bunalımının en sıcak evresini yaşadı. Lehman Brother'ın batışı sonrasında herkes birbirinden şüphelenir oldu (karşı taraf riski ayyuka çıktı). Kredi hatları bir anda düştü. Güvenli liman arayışları; "karizma ve kriz merkezi" ABD bonolarında balona dönüştü. Bu durum, elbette bize de yansımalıydı. Öyle de olmuştu. Dış destekle büyüyen ekonomimizdeki uluslararası yatırım pozisyonunda kredilerin ağırlığı %44'lere (2008) tırmanmıştı. Portföy yatırımlarının 2006'da %37, 2007'de %35 olan payı, 2008 için %27 düzeyindeydi. Küresel ekonominin balon yılları; 2006 ve 2007'de portföy yatımları %37, %35 düzeylerindedir. Yani "eğri oturup doğru düşünürsek", uluslararası portföy yatırımları, "iyi gün dostu" dur. Oysa "dost kara günde belli olmaz" mı? Alışveriş merkezleriyle tüketim çılgınlığımızı, finansal kuruluşlarla da reel faizimizi cebe indiren doğrudan yatırımlar, 2008'de krizi görünce yatırım açığının 28%'ine kadar gerileyip, tabana kuvvet kaçıyor. Oysa daha 2007'de %45 düzeyindedir. Üretim için gelen çok küçük kısmın dışındaki doğrudan yatırımlar, BRIC ülkelerini tercih ediyorlar.

Para Politikası Tercihleri Yatırımlar Nasıl Nasıl Etkiyor?

2006'daki çok tartışılan sıkı para politikası politika faizlerini %16,75'lere kadar tırmandırmıştı. Böylece, hem portföy hem de doğrudan yatırımları artmıştı. Net uluslararası yatırım pozisyonu açığında bu ikisinin toplamının payı %80'lere oturmuştu. Krediye olan gereksinimse %20'lere inmişti. Sıkı para politikasının maliyeti, ortalama net %8 reel faizdi. Banka'nın geçen hafta PPK'nın ardından yaptığı açıklama, "mevcut duruma ilişkin" iki noktanın altını çiziyor. a. düşük kapasite kullanımı ve b. yoğun istihdam sorunları. Ve tabii, iki de önemli "sonuç"; 1. gevşek para politikasına sürüyor. Gecelik faizler, düşük kalmaya devam ediyor. 2. enflasyondaki yukarı yönlü herhangi bir hareketliliğin bekleyişleri bozarsa, anında sıkı para politikasına geçerim.

Merkez bankaları paranın iplerinin ellerinde olmasını ister. Kontrolden çıkmış bir para politikası, gevşekliğin tercih edildiği dönemlerin bir yan etkisidir. Faizleri bozulan bekleyişlerle birlikte anında yukarılara taşırım açıklaması, enflasyonda mart ve nisan aylarında "I" endeksindeki bozulmaların arifesinde; fırsatçı fiyat artırılarına da "aba altından sopa gösteriyor". "Çürük tahtaya basmayıp" ve "yılanın başını daha küçükken ezeriyor". Oldukça proaktif bir yaklaşım, doğru bir strateji.

Ocak 2010'da ihracat miktarı neden azalıyor, ithalat miktarı neden artıyor?

Bu arada, yurtdışında ABD ile Çin arasında artan gerginliğin arka planında, Çin'in ulusal para biriminin aşırı değerlenmiş olmasının bozduğu dengeler yatıyor. Renmenbi ile USD arasındaki 6.8 eşitliğinin, küresel dengelerde daha fazla hasara neden olmadan değer yitirmesi isteniyor. Kriz şunu öğretti: "Net ihracat fazlası" ve "yüksek iç tasarruf oranı" na sahip olmak, bir ulus için elzemdir. İhracattaki artışlarla renklendirilmiş basından sıyrılıp, gerçeklere bakarsak; yapısal dönüşümlere gereksinim duyan dış ticaret açığımızı ve iç tasarruf oranımıza görüyoruz. İhracat miktar endeksleri Ocak 2010'da, bir önceki yılın aynı ayına göre; "ihracat miktarı" %7.1 oranında azalırken, "ithalat miktarı" %16.2 oranında artmış. Dahili işleme rejimi olarak bilinen, ithal ürünlerle içerde monte edilip ihrac edilen ürünlerin ihracat payı %67'dir. Bu şu demek; ihraç edilen 3 ürünün 2'si ithalin montajıdır. Öyleyse, yurt dışındaki değersizleşen para birimleri, bizim dış ticaret pazarımızı vurur. Öyle de oluyor zaten.

Peki ne yapılıdır? Gereken çok yönlü bir çalışmadır. Sıralarsak; 1. sektörel baza inilerek sorunların üzerine eğilmek. 2. ihale bazlı değerlendirmelerle sektörler ötesinde başarılı bulunanları desteklemek. 3. diğer iki maddeyle eşgüdümlü olarak TL'nin aşırı değerliliğini kontrol altına almak. Yabancı yatırımcının ekmeğine yağ süren değerli TL, yüksek reel faizlerle default riski hemen hemen sıfır olan bir hazinenin (bırakalım kredi derecelendirme kuruluşlarının ne dediğini) borçlanma senetlerini kim tercih etmez ki? Net uluslararası yatırımlar verileri de aynı şeyi söylüyor. Son olarak bir de Avrupa'ya bakalım: konuşanlar tarafında Almanya ve Fransa; dinleyenler tarafında İngiltere, İrlanda, İzlanda, İspanya, İtalya ise. Neden? "elden gelen öğün olmaz, o da vaktinde bulunmaz" da ondan.

Bahçesaray Belediye Başkanı Hazir'e hapis cezası Genel Sağlık Sigortası prim borçları silinecek Anadolu turizmde büyük potansiyel barındırıyor Keçecilik tarihi ‘yeniden’ yazılacak TCMB ile Umman Merkez Bankası mutabakata vardı