”Çevre fasıllarında Türkiye AB'nin siyasi baskısını hissedebilir”

TÜSİAD Yönetim Kurulu Üyesi Kibar, çevre faslının müzakerelere açılmasıyla AB'nin siyasi baskısının hissedebileceğini söyledi.

Abone ol

İSTANBUL - Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yönetim Kurulu Üyesi ve Sanayi, Hizmetler ve Tarım Komisyonu Başkanı Ali Kibar, "Çevre faslının müzakerelere açılmasıyla Türkiye emisyon azaltım yükümlülüğü alma konusunda AB'nin siyasi baskısını hissedebilir" dedi.

Kibar, TÜSİAD, Çevre ve Orman Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Devlet Planlama Teşkilatı (DTP) işbirliği ile "Türkiye'de iklim Değişikliği ile Mücadelenin Yönetimi için Kapasitelerin Artırılması"projesi kapsamında düzenlenen beşinci çalıştayda yaptığı konuşmada, küresel iklim değişikliği ile mücadele ve düşük karbonlu ekonomiye geçiş yolunda kaldıraç görevi görecek iş dünyasının süreç içerisinde daha aktif ve öncü rol almasının gerektiğine inandıklarını belirtti.

Bilimsel çalışmalara göre, önlem alınmadığı takdirde, dünyanın 2050 yılına kadar 4-6 derece santigrat ısınacağına ve dünya ekonomisinin ortalama olarak yılda yüzde 5 küçüleceğine dikkati çeken Kibar, şöyle konuştu:

"Küresel iklim değişikliği ile mücadele ederken önlem almanın yıllık maliyetinin küresel GSYH'nin yüzde 1'i olacağını ve çok ciddi ekonomik avantajlar ve fırsatlar yaratacağını biliyoruz. Dünyamız bir yandan küresel finansal krizin yarattığı gelir kaybı, işsizlik gibi sorunlara çare ararken bir yandan da küresel iklim değişikliği ile mücadele etmek durumundadır. Ancak, bu mücadelede tüm ülkelerin ortak ve samimi iradesi şarttır. Bu çerçevede, biz de TÜSİAD olarak Türkiye'nin düşük karbonlu ekonomiye geçiş hedefi ile uyumlu olarak daha kapsamlı, gerçekçi ve işlevsel bir strateji oluşturması gerektiğini düşünüyoruz.

Bildiğiniz gibi tüm dünya Aralık 2009'da Kopenhag'da gerçekleşen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Toplantısında siyasi bir karar alınmasını bekledi. Aralık 2010'da Meksika'da gerçekleştirilecek toplantıda ise daha çok teknik ve finansman alanlarında bir uzlaşmanın gerçekleşmesi, siyasi karar sürecinin ise bir kere daha ertelenmesi gündemde. Temennimiz Meksika'da gerçekleştirilecek olan toplantıda Amerika ve Çin gibi yüksek emisyonları olan ülkelerin sorumlulukları nispetinde sürecin içerisine dahil olmaları. Bu süreçte tüm ülkelerin sorumluk almaları ve günlük siyasi retorikten ziyade samimi ve somut adımlar atmaları gerekmektedir. Zira, bu ülkelerin herhangi bir sorumluluk almamaları durumunda sürecin başarısının istenen ölçüde olamayacağı da aşikar."

"Enerji sektöründe radikal değişiklikler yapılması gerek"

Kibar, Türkiye'nin hedefinin ise "küresel, kapsamlı, esaslı, gerçekçi, hakkaniyetli ve farklı ulusal şartlara ve imkanlara sahip ülkelerin de yer alacağı esneklikte bir mutabakatın sağlanması"nın olması gerektiğini vurgulayarak, sanayileşme sürecine, batılı ülkelerden sonra başlayan Türkiye'nin iklim değişikliği konusunda tarihsel sorumluluğunun nispeten az olduğunu dile getirdi.

Ancak, 2007 yılı sonu yapılan son değerlendirmelerin Türkiye'de sera gazı emisyon artışının ciddi bir seviyeye geldiğini gösterdiğini dile getiren Kibar, şunları kaydetti:

"Türkiye'nin toplam sera gazı emisyonları 1990-2007 yılları arasında yüzde 119 artış göstermiştir. Burada en büyük payı yüzde 77 ile enerji kaynaklı ve yüzde 9 ile atık kaynaklı emisyonlar almaktadır. Bunu yüzde 7'şer payla tarımsal faaliyetler ve endüstriyel işlemler izlemektedir. Uluslararası Enerji Ajansı'nın son raporu yıllardır süregelen enerji politikaları devam ederse iklim değişikliğinin etkilerinin daha da ciddi ve önlenemez olacağı konusunda uyarmaktadır. Dolayısıyla, toplam küresel sera gazı emisyonlarının üçte ikisinden sorumlu olan enerji sektöründe radikal değişiklikler yapılması gerekmektedir. Sürdürülebilir kalkınma prensipleri çerçevesinde gerek zihinsel gerekse üretim ve tüketim şekil ve alışkanlıklarında bir değişim ve dönüşüme ihtiyaç vardır. Ciddi yatırımlar gerektiren bu dönüşüm kolay olmayacaktır ama tüm ülkelerin, politikacıların ve özellikle de bireylerin inisiyatifi ile bu gerçekleştirilebilir. Yeni teknolojilere yatırım yapmanın yanı sıra enerji verimliliği tedbirleri alınarak ciddi bir mali tasarruf sağlanabilecektir."

Düşük karbonlu ekonomiye geçişin, yarattığı fırsatların yanı sıra ciddi maliyetler de getireceğine işaret eden Kibar, son yapılan çalışmalara göre emisyon azaltmanın yıllık küresel maliyetinin 200 milyar dolar olacağının tahmin edildiğini bildirdi.

Kibar, bu maliyetin ancak küçük bir kısmının uluslararası fonlardan sağlanması mümkün olabileceğini vurgulayarak, "Bu durumda özellikle gelişmekte olan ülkelerin düşük karbonlu kalkınma plan ve stratejileri geliştirerek düşük karbonlu teknoloji ve yatırımları hızlandırmaları gerekmektedir. Kısa vadeli maliyetler uzun dönemli faydalar ile dengelenebilir. Dolayısıyla, ülkemizde de kamu ve özel sektör gerekli envanter, veri ve bilgi çalışmalarını tamamlayarak maliyet-fayda analizleri yapmalıdır. Bunun yanında, kısa, orta ve uzun vadede stratejiler ve eylem planları hazırlanmalıdır. Bu süreçte, kamu ve özel sektör arasındaki işbirliği ve dayanışma azami önem arz etmektedir" diye konuştu.

"Türkiye, AB'nin siyasi baskısını hissedebilir"

Ali Kibar, Türkiye'nin iklim değişikliği ile mücadele ve düşük karbon politikalarının AB üyeliği perspektifinden ayrı tutulamayacağını ifade ederek, 2020 yılında 1990 yılına göre yüzde 20 emisyon indirimi ve yüzde 20 enerji verimliliği hedefi koyan AB'nin, diğer ülkelerin bir irade göstermesi halinde azaltım hedefinin yüzde 30'a çıkaracağını beyan ettiğini anımsattı.

Ayrıca AB'nin, yeni üye olan, katılım sürecinde olan ve aday ülkelerin de bu doğrultuda hedef almalarını beklediğini dile getiren Kibar, "Bu durumda, çevre faslının müzakerelere açılmasıyla Türkiye emisyon azaltım yükümlülüğü alma konusunda AB'nin siyasi baskısını hissedebilir" dedi.

Kibar, şöyle devam etti:

"İklim değişikliği ile mücadelede Türkiye etkin bir rol oynamalı ancak gerçekçi bilgi ve veriye dayanan stratejiler geliştirerek sanayisinin ve ekonomisinin kaldırabileceğinden fazla bir yükümlülük altına girmekten kaçınmalıdır. Ayrıca düşük karbonlu ekonomiye geçiş yönünde politikalar geliştirilmeli, enerji tasarrufu ve enerji verimliliğini artırıcı önlemler alınmalı, yenilenebilir enerji potansiyelimiz geliştirilmeli, üretimde çevre dostu teknoloji ve tekniklerin kullanımı ve Ar-Ge faaliyetleri desteklenmelidir. Bu süreç içerisinde ekonomik olarak 18 milyar avro yükümlülük alması beklenen özel sektörün sürecin bir parçası olması şarttır."

"2012 yılına yönelik sektörel yaklaşımlar geliştirilmeli"

Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı Prof. Hasan Zuhuri Sarıkaya da iklim değişikliğinin çevreden çok sosyoekonomik bir problem olduğunu belirterek, iklim değişikliğine karşı çalışmaları tek başına bir kurumun başarıyla yürütmesinin söz konusu olmadığını, bu sebeple özel sektör ile işbirliklerine önem verdiklerini kaydetti.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) Daimi Temsilci Yardımcısı Ulrika Richardson-Golinski ise iklim değişikliğinin beraberinde getirebileceği tehlikelerin özellikle gelişmekte olan ülkeler için önemli olduğunu dile getirerek, bugün hareket etmemenin ileride daha büyük bedeller ödemek anlamına geleceğini söyledi.

Golinski, kriz döneminde destek ihtiyacının daha da arttığını ortaklıkların önem kazandığını belirterek, iklim değişikliğinin sadece çevre değil, kalkınma açısından da önem arz ettiğini vurguladı.

İklim konusunda, özel sektörün sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerektiğine işaret eden Golinski, özel sektör ile bir arada çalışarak 2012 yılına yönelik başarılı bir program gerçekleştirilebileceğini ve 2012 yılına yönelik olarak sektörel yaklaşımlar geliştirilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Elon Musk: İngiltere zalim bir polis devleti Kripto piyasasında tasfiye: 24 saatte 670 milyon dolar silindi Bahçeli'den son dakika Ahmet Türk açıklaması İstanbul Eğitim Araştırma Hastanesi'nde yangın Deniz Akkaya hakkında gözaltı kararı