Cari açık ekonominin can damarına basıyor
Abone olA. Levent ALKAN / Araştırmacı-Yazar
Türkiye'nin dış ticaret açığı, üretim, servis, yönetim, politika, know-how gibi sayısız birikimin tepkisel ölçüde yansımasıdır.
Türkiye'nin Ocak 2003-Haziran 2010 dönemindeki ihracat ve ithalatı, birim değer ve miktar olarak karşılaştıran grafik, Temmuz 2008'deki balona ve Ocak 2009'daki patlamaya işaret ediyor. Lehman Brothers çöküşünün hemen öncesinde ihracat birim ve ithalat birim değerleri arasında oluşan fark, kısmen gelişmiş ülkelere kıyasla ucuz işçiliğimizden ve katma değeri düşük ürün satışımızdan kaynaklanıyor.
Tazı o tazı ama, çulu değişmiştir.
ABD ve Japonya dünya dış ticaret toplamındaki pazar paylarını büyük ölçüde Çin'e kaptırdılar. AB, Türkiye, BRIC, Meksika, G.Kore, Singapur, Endonezya, Malezya gibi ülkelerse; mevcut pozisyonlarını korumaya çalışıyorlar. Küresel sistemik kriz yaşanıyor olmasına rağmen, 2004-2010 döneminde TL, kararlılıkla değerli seyretmeyi sürdürdü. Grafikte birim değer ve miktar eğrilerine karşın, tabloda iki farklı veri grubu inceleniyor. İlk grup, doğrudan miktar ve birimleri hedef alıyor. İkinci grup, ihracatla ithalatı karşılaştırmalı mantıkla değerlendiriyor. Elde edilenler; dış ticaretten ödemeler dengesine, bütçe açığından kamu borçlanma gereksinimine, faizlerden güvensizliklere kadar uzanırken, oldukça geniş bir perspektifi de etkisi altına alıyor. Öyleyse ilk iş olarak analizdeki teknik bulguları birer-birer masaya yatıralım:
Dış ticaret dişini tırnağına takar
Ne ihracat, ne de ithalat birim değerleri dalgalı seyrediyor. Grafikte açıkça, birim değer serilerinin eğimlerinin belirgin bir trendi izlediğine, buna karşın miktar serilerininse yatay-dalgalı kalmayı uygun gördüklerine tanık oluyoruz. Bu ayrışma, tabloda eğrilerin yatayla yaptıkları açı farklılıklarında da kendini hissettiriyor. İhracat birim değer artış grafiğinin yatayla oluşturduğu açı, ithalat birim değerinin yatayla oluşturduğu açıdan 9 kat fazladır. İhracatta rakibinize karşı kullanabileceğiniz temel iki silahınız vardır. Biri ucuz fiyat, diğeriyse teknolojik üstünlükler. Yerli ihracatımız, fiyata dayalı yani çarpık gelişiyor. İhracatçı, 2007'nin ilk günlerine kadar, 36 ay boyunca, fiyat artışı gerçekleştirmedi. Oysa ithalatın birim değeri sürekli arttı. Talebe çarpıp döndükçe de aşağı yönlü dalgalandı. İhracat ve ithalat eğrileri aynı noktadan başlamış olmalarına rağmen, ithalatın birim değeri, ihracatın üzerinde kalmış. Eğriyi teğet geçen doğrular, eğimleri ölçmede kullanılırlar. İthalat birim değeri için teğet eğri, hemen-hemen yatayla özdeştir. İthalat birim değeri serileri yatayla sadece 0.57o açı yapıyorlardır. Oysa ihracat eğrisinin yatayla yaptığı açı, 4.68o düzeyiyle ithalatın 8.21 katıdır.
Dış ticaret tek kürekle mehtaba çıkar
Yine tablodaki en alt satır (st dev/ortalama), seride oynaklık derecelerini ölçer. İhracattaki birim değerin oynaklığı, %12.5 daha ithalatın altında seyretmektedir. Dahili işleme rejimi kapsamında, ihracatın %67'si ithalata bağımlıdır. Üretimin maliyeti, aşağıdan yukarı yönde baskı altındadır. Miktar, olabildiğine oynaktır. Ve ürünün birim fiyatı, olabildiğine istikrarlı hareket eder.
Dış ticaret maliyetleri şakaya gelmez
Fiyat artmaz miktar artarken, gelir artmaz hacim artarken; satıcının olağanüstü taviz verdiğini, alıcının da avantajlı olduğunu söyleyebiliriz. Bu eğilim, küresel kriz balonunun zirve yaptığı döneme değin sürebiliyor. Ancak 2007'ye girerken, artık hammadde fiyatları üzerinden ihracatçının birim maliyetlerine baskı etkili oluyor. İhracatçı daha fazla dayanamıyor, fiyatlarını artırıyor.
Dış ticaret miktarları hop oturup hop kalkar
Birim değerlerde ihracatın ithalatı karşılama oranı oynaklığı 0.03 kadardır. iktar boyutundaysa oynaklık 0.11 düzeyindedir. Miktarların artış-azalışlarıyla, birim değerlerin artış-azalışlarını karşılaştıran analiz; bir kez daha, birim değerlerin istikrarlı seyrine gönderme yapıyor. Dış ticaretin miktar devinimi, oransal değerlemeyle 8.21 kat daha oynaktır. Tablodaki verileri grafikteki görsellikle birleştirirsek; miktar eğrilerinin her zaman birim değerlerinin üzerinde kalıyor oldukları sonucuna ulaşıyoruz. Ayrıca bu miktar büyüklükleri, çok daha fazla salınıp aşağı-yukarı hareketlenmeyi tercih etmektedirler.
Cari açık endazeyi şaşırır
Çok daha fazla miktarda satarken çok daha düşük gelir elde etmek, ulusal dış ticaretimize ilişkin kaçınılmaz bir son oluyor. Küresel oyuncuların karar değişikliklerine karşı durabilecek, uzun vadeli politikalar geliştirememiş olmak, ulusal dış ticaret politikamızı kırılganlaştırıp, adeta un-ufak ediyor. 1980 sonrası krizlerinin kaderi olmuş, şu ikiz açık teoremini bir hatırlayalım. Ekonomilerdeki cari açıklar, bir zaman sonra bütçe açıklarına dönüşüyorlar. Bütçe açıklarına dönüşmüş ulusal cari açığımızın esas nedeni nedir sizce? Tabii ki, dış ticaret açığıdır. Cari işlemler açığı/fazlası üzerinde ayrıca; turizm hizmetleri, mütahit gelirleri, işçi dovizleri, işçi faiz işlemleri ve kar transferleri de etkili olur. Ancak bizim açığımızın kaynağı, bütünüyle mal dengesizliklerine dayanıyor. Bütçe açığına uzanmış bir cari açık, borçlanma gereksinimini artırarak faizleri yukarılara itekleyebiliyor. Cari açık için ülke, dış finansmana göbekten bağlı kalıyor. Bu durumda uluslararası sermaye hareketlerine hassasiyeti artıyor. En önemlisi de ekonomiye duyulan güvensizlik zirvelere tırmanıyor. Ödemeler dengesi hattı üzerinde; Cari açık, sermaye hareketi, net hata noksan kalemi, rezerv hesabı aksları yer alıyor. Açığın kalitesini, onun finansman yöntemi belirliyor. Cari açığın net hata noksan kalemindeki (pozitif yönlü) artışlarla finance edilmesi, 2009 yılına damgasını vurmuştu. Kaynağı belirli olmayan bu döviz girişlerinin güvensizliği içinde, 2010'a girilmişti. 2010 yılındaki cari açığın finansmanıysa, kırılganlıkları farklı iki boyuta taşıdı. İlki kısa vadeli sıcak para girişleri. İkincisiyse özel sektörün borçlarını kapatıp, bankaların yeni-yeni borçlar üstlenmeleri olarak gerçekleşti. Umarız dış ticaret sorunlarımızın üzerine eğilmekte geç kalınmaz. Ani duruşları hatırlarsak; 10 yılda damla-damla biriktirdiklerimizi, 10 haftada, 10 günde harcamamız içten bile değildir. Küresel krizler tarihinde 2010-2011-2012 yıllarında bir sayfa daha açmak istemiyorsak; ekonomik gücümüzü, toplumsal huzurumuzu ve zamanımızı henüz kaybetmeden kazanmalıyız.