Batı aklı dünyayı nasıl değiştirdi?

Fındıkçıoğlu bu yazı dizisinde modern kapitalizmi yaratan etkenlere, gelişmiş Batı’yı yakalamaya teşebbüs etme hikayelerine ve Türkiye’nin geleceği için bazı öneriler türetmeyi deniyor.

Abone ol

Marx ve Engels’in Manifesto’da kapitalizmin “üretimi sürekli devrimcileştirmesinden” bahsettikleri ve Sanayi Devrimi sonrası kapitalizmin yıkıcı ve yenileyici ivmesini övdükleri sıklıkla söylenir. Nasıl? yandaki grafikte gösteriliyor.

Grafiğe göre Marx ana hatlarıyla haklıydı: Roma İmparatorluğu “düz” idi. Nüfus ve GSYH artmıyor; köleci toplum ancak böyle bir üretim tarzında mümkün oluyor. Dinamiği feodalitenin başlattığı, kapitalizmin ise nüfusu ve geliri görülmemiş bir büyüme hızıyla artırdığı söylenebilir. Daha önceki 25 bin yıl boyunca eser miktarda nüfus artışı ve büyüme olmuştu. Dünya 1700-1900 arasında hızla değişti. Ama asıl değişim 1800 sonrası oldu.

1700-1900 arası dünya nasıl değişti?

Sanayi Devrimi'yle başlayan dalgayı yakalayanlarla diğerleri arasındaki mesafe inanılmaz bir hızla açıldı. Büyüme hızı farklılıkları kalkınmaya ve yaşam kalitesine yansıdı. Nedenler şunlar: Fiziki sermaye; beşeri sermaye; teknoloji ve etkinlik; piyasaya erişim; ölçek ekonomileri ve uzmanlaşma. Elbette bu dönemde eski usül sömürgecilik ve daha yeni yöntemlerle emperyalizm de var. Bu rollerin ikisi de inkar edilemez çünkü hem sömürgeci/emperyalist ülkelerde kapitalizm değişti, hem de işgal/ kontrol ettikleri ülkelerde kurumlar değişti. Bazı durumlarda “tarih ve talih tersine döndü” denebilir.

                      

Bu dönemde iki dünya savaşı, frekansı 1914’ten beri düşmeyen bir küçük savaşlar zinciri salgınlar vb. olaylar gerçekleşti. SSCB kuruldu ve yıkıldı. Nazizm yaşandı. Fakat eğilim değişmedi. 1800 civarında 1 milyar olan dünya nüfusu 1900’de 1.6, 1950’de 2.4 oldu ve bugün 7 milyara ulaştı. 2050’de 9 milyar tahmin ediliyor. Tarihte görülmemiş bir olay ve David Harvey’e göre nüfusun bileşik artış hızı aşağı yukarı sermaye birikiminin bileşik artış hızına eşit. Eski köylülük dünyası ve bu dünyaya ait kadim ideolojiler gelişmiş dünyada ya ortadan kalktı, ya yeni biçimlere bürünerek bilim, sanayi ve teknolojiye uyumlu hale geldi. İnsanlığın “zihniyeti” en fazla 300 yıl içinde yaygın biçimde değişti.

Tablo 1 dönemler itibariyle fert başına reel üretim artış hızlarını veriyor. Sanayi devriminin etkisini 1820 sonrası görüyoruz ama asıl hareket 1870-1913 arasında –İkinci Sanayi Devrimi. 1950-73 arasında kapitalizmin “altın çağının” yaşanmış olduğunu da fark edebiliriz. İlginç olan bir nokta daha var: 1973 sonrası 500 yıldan beri ilk ilk defa Batı dışında kalan dünyada kişi başına gelir Batı’dan daha hızlı büyümüş. Bunda bir noktaya kadar Japonya, sonra Çin etkisi büyük. Ama artık Batı’yı “yakalama/ yetişme” (catch-up) ve bir noktaya kadar Batı’ya yetişir gibi görünüp sonra geriye düşme (falling behind) hikayeleri için yeterli veri birikti. İlk dalgayı –sanayi devrimi- kaçıranlar sonraki dalgalara yetişmeye çalışıyor.

Ama üretim açısından bakınca dünyada nasıl alt üst oluşların gerçekleştiğini başka türlü görmek de mümkün. Tablo 2 dünya üretimindeki payları veriyor. 1820 yılında sanayi devriminin ilk etkileri ortaya çıkarken Çin de sömürgeleştiriliyordu. O dönemde Çin dünya üretiminin üçte birini gerçekleştiriyordu. Daha önce Britanya kontrolüne geçen Hindistan’ın payı da yüksek: %16. Daha sonra bu oranların hızla düştüğünü görüyoruz. 1820’de ABD’nin dünya üretimindeki payı sadece %3. Bir “kraliyet kolonisi” olan Hindistan’ın payıysa %16. Londra’nın Kuzey Amerika’daki 13 koloninin bağımsızlığını ilan etmesini nispeten kolay kabullenmesinde bu ağırlıkların payı var mıdır sizce?

Çin’in geri dönüşü bir anlamda 200 yıllık bir döngünün kapanışı demek. “Altın çağını” 1870-1913 arası yaşayan Batı Avrupa yavaş yavaş sönmüş bir ocak olmaya doğru gidiyor. Buna rağmen patentler, buluşlar, hatta mali servet açılarından bakınca Batı hala çok önde. Çin’in ABD’yi yakalaması ve geçmesi sadece toplam üretim (GSYH) açısından mümkün görünüyor. Üstelik Çin’in GSYH’sinde yabancı sermayenin ürettiği miktarın da payı büyük. Çin geri döndü derken böyle bakmak lazım.

1800 sonrası: Sanayi Devrimi nasıl bir devrimdi ve neden gerçekleşti?

Nedeni ne olursa olsun ve hangi mekanizmalarla yayılırsa yayılsın, Aydınlanma/burjuva erdemleri/sanayi devrimi –”burjuva erdemleri” Deirdre McCloskey’nin kitaplarından birisinin adıdır- dünyanın görünümünü değiştirdi. 1800 yılında doğumda yaşam beklentisi 26 iken, 2000’lerde 66’ya yükselmişti. Bu istatistik genel, dünya ortalamasına dair bir istatistik. O zamanlarda 16 yaşında “artık büyüdü, işgücüne tam katıldı” diyebileceğimiz birisinin 200 sene önce yaklaşık 10 yıllık bir olgun yaşam beklentisi varken, şimdilerde beklenti 50 yıla çıktı. Yani aslında 5 katına yükselmiş oldu. Bu görülmemiş olgunun temel nedeni Aydınlanma. Aydınlanma pek çok şeydir ama aynı zamanda ekonomidir, çünkü bilimdir ve teknolojidir.

Nasıl oldu? Zenginlik/servet tarih boyunca her yerde birikti. Roma fakir değildi. Çin kadim bir uygarlıktı ve zengindi. Osmanlı, zamanında Roma’nın mirasçısıydı ve büyük bir ekonomik güç halinde de gelmişti. Ama sanayi devrimi buralarda olmadı. Küçücük İngiltere’de gerçekleşti. Bir “zihniyet” devrimi olduğu aşikar. Fakat aynı zamanda belki de bir pazar-uygun teknoloji-buluşların küçük uygulamalarla genele yayılması meselesiydi. Üstelik devam etti; 13. Yüzyılın –bir başka “uzun yüzyıl”erken sanayi devrimi ve erken aydınlanması kalıcı olamamıştı.

1990’lara gelindiğinde sanayi devrimi konusunda iki farklı görüş oluşmuş durumdaydı. Erken dönem görüşü sanayi devriminin, özellikle İngiltere’de, kapsamlı ve derin bir dönüşüm gerçekleştirdiğini söylüyordu. Bu görüş Marx, Landes, Ashton, Toynbee gibi klasikleşmiş isimlerin görüşüydü. Lakin Crafts ve Harley ile başlayan yeni yaklaşım sanayi devrimine bakışı değiştirdi. Mesela Ashton tarım, kömür, demir, tekstil ve finans kollarından gelen ve ulaştırma, tarım, manüfaktür, ticaret ve finansta kendisini gösteren bir yenilikler çağı tasvir eder: Sadece demir ve tekstil değil, hayli yaygın bir devrimden bahsediyoruz. Ama Ashton bile sanayi devriminin bütün sanayi kollarına yayılmamış olduğunu kabul ediyor. Brown üniversitesinden Joel Mokyr 1990’larda sanayi devriminde teknolojik ilerlemenin çok yaygın olduğu görüşünü yeniden savundu. İlginç olan son 30 yılda Britanya’nın milli gelirinin sanayi devrimindeki büyüme hızının sürekli aşağı doğru revize edilmesi. Harley (1982) bu konuda ilk net adımı attı. Crafts eski paradigmaya tamamen karşı çıkarak sanayi devrimini tekstil, demir ve taşımacılığa lokalize olmuş bir teknolojik ilerleme olarak gördü. Daha da ileri giden yenilikçiler sanayi devrimi teriminin yanlış olduğunu, ortada devrim denecek bir radikal dönüşümün olmadığını bile öne sürdüler: Diğer manüfaktür kolları ve hizmetler sanayi devrimi boyunca durağan kalmıştı.

3. tabloda 1760-1800 arası TFP’ye (toplam faktör verimliliği) bakarsak tüm rakamların 0.2 civarında olduğunu görüyoruz. 1831-1860 arasında da TFP Antras & Voth hariç 1 civarında. 18011830 arası dönem içinse tahminler %1.3-0.35 arası geniş bir spektruma yayılıyor. Verimlilik 30 yılda 1.5 ve üretim 2 katına çıkıyor. Bu teze göre, Mokyr (1990), 1750 sonrası İngiltere’de ne üretim, ne de TFP o kadar hızlı arttı. Ama nüfus artışı ivme kazandı ve sabit ya da yavaşça artan reel ücretlerle ve yavaşça artan fert başına milli gelirle beraber Malthusyen tuzaktan çıkıldı. Olan şey yatırımların 1760 civarında milli gelirin %7’sinden 1840’ta %14’üne yükselmesiydi Bu muydu, yatırımlar mı artmıştı? Ne olmuştu?

Nobel ödüllü iktisat tarihçisi Fogel (1994) farklı bir noktaya değiniyor: 18. yüzyıl Fransa’sında nüfusun yüzde 20’si birkaç saatten fazla çalışmalarına izin vermeyecek kadar kötü besleniyordu. Eşitsizlik çok fazlaysa ölümler çok yüksek oranda gerçekleşebiliyordu. Bu durumda sermayenin marjinal getirisi ve sermaye birikimi düşer. Bu etki sermaye/işgücü ve toprak/işgücü oranlarındaki artıştan büyükse verimlilik zayıflar. Çok düşük ücretle sanayi devrimi olamaz(dı). Esasen düşük enerji maliyeti ve yüksek –Hollanda hariç Avrupa’da en yüksek- işgücü maliyeti olmasaydı emekten tasarruf eden teknik ilerlemeye ihtiyaç dahi duyulmayacaktı (Allen, 2009).

Acaba sanayi devrimi iki sektörde derinleşen bir “eşitsiz gelişme” olgusu muydu? Yoksa çok yaygın mıydı? Acaba sanayi devrimi iki-üç büyük icat üzerine mi kuruluydu, yoksa zaten bilinenlerin etkin kullanımına mı dayalıydı? Acaba reel ücretler, kar kadar olmasa da, dönem boyunca artmış mıydı? Reel ücretleri baskılayıp kar oranını artırınca gerçekten “ulusların zenginliği” artıyor mu? İlginç sorular.

Tablolar incelendiğinde sanayi devriminin asıl etkilerinin daha sonra görüldüğü tespit edilebilir. Küçücük İngiltere’de olan olmuştu ve artık dünya çapında geri çevrilemeyecek bir dinamiğin yolunu açmıştı. Olmasaydı, insanoğlu çoğunluğu kırlarda yaşayan 1.5-2 milyar dünya nüfusuyla –bugünün 4-5’te biri, 40 yaşında ölerek, hastalıklı, fakir ve karanlık bir dünyada yaşamaya devam edecekti. Elbette, Aydınlanma olmasaydı sanayi devrimi zaten olamazdı. Aydınlanma ve Sanayi Devrimi insanlığın kaderini değiştirdi. Ama dünyada da “büyük ıraksamaya” yol açtı. Ayak uyduramayan uluslar, bölgeler, kültürler hızla geride kaldılar.

Tüketici tüketmiyor, tükeniyor 2 bin 667 projeye 2,2 trilyon lira yatırım A Milli Erkek Basketbol Takımı finale kaldı Erdoğan'dan İstanbul Sözleşmesi açıklaması: Hiçbir anlamı yok Adalet Bakanı Tunç'tan kadına şiddete karşı 'sıfır tolerans' mesajı