'En büyük teşvik, vergi avantajı ve arsa değil kâr ortamıdır'
İktisatçı Ege Cansen, 'firmaların bu aralar yurtdışı yatırımlara, işlere daha çok ağırlık verdikleri' şeklindeki değerlendirmeler üzerine, "Bu çok hayırlı bir gelişme' diyor.
Abone olİktisatçı Ege Cansen'le ekonomideki son gelişmeleri konuştuk. Cansen, 'firmaların bu aralar yurtdışı yatırımlara, işlere daha çok ağırlık verdikleri' şeklindeki değerlendirmeler üzerine, "Bu çok hayırlı bir gelişme" dedi. Doğrudan yabancı yatırımlarla ilgili olarak da "Teşvik değil, kar edilebilir ortam önemli. Yabancı kar edebileceğini görürse gelir" dedi.
► Konuştuğumuz işadamları içerde sıkıntı var, işleri büyütemiyoruz diyorlar. Bu arada dışarı gidiliyor… Dışarda mağaza açmaya ağırlık veriyorlar.
Türk müteşebbis bu arada eğer yurtdışına açılıyorsa bu şerden doğan en büyük hayır olur. Türkiye’nin geleceği açısından. Şirketler bir şeye yoğunlaşacaksa bilhassa ürün geliştirmeye yoğunlaşsınlar. Makro tarafı maliyet düşürecekler. Dünya ticareti durgunlaşsa bile Türkiye daha çok ihracat yapar. 20 trilyon dolar dünya ticareti var. Türkiye’nin de 140 milyar dolar. İhtiyaç ne, 170 olsun. 20 trilyonda 30 milyar daha alacağız. Havada alırız. Ürünüm olsa. Var. Maliyet olsa alırız. Çin nasıl satıyor? Hoca anlatıyor ODTÜ’de. İngiltere’de 2. Dünya Savaşı sonrası her şeyi ihraç edin diyorlar. Adamın karısı hamile, doğum evinde. Hemşire kucağında çocukla geliyor, “Müjde iki çocuğunuz oldu” diyor. Adam diyor ki “Bana birini verdiniz, diğeri nerede?” Hemşire diyor ki “Diğerini ihracata koyduk.” İstikbal dışardadır.
► Yabancı sermaye girişi tarafında da biraz yavaşlama dikkat çekiyor. Bu açıdan nasıl bir politika izlenmesi gerekir?
En büyük teşvik kârdır. “Arsa veririm, vergi almam” filan hayır, en büyük teşvik kârdır! Satışla maliyetin farkından doğan kar. Eğer adam piyasalarına Türkiye’den daha düşük maliyetle mal satacağını düşünürse gelir, yatırım yapar. Devalüasyon sonucu karsız şeyler karlı hale de gelebilir. Katma değerin yüzde 80’i emektir. Emek maliyeti düşmeden rekabetçi fiyat oluşturulamaz. İki yolla düşer; bir işçi ücretini sabitlerin; dolar veya euro cinsinden düşürürsün.
İki, mühendislik faaliyetleri ile işçilik maliyetini düşürürsün. Genelde şöyle bir gelişme olur. Önce düşük kalite mali ucuza satarsın. Bunu yaptığın zaman kaliten ne kadar düşükse de malın alıcı bulur. Üretim makinelerinin cinsi değişir. Çok yapar çok satarsın, daha iyisini yaparsın. Bu olay cereyan ettiğinde düşük fiyatla kaliteli makineler alırsın, üretimin kalitesi yükselir ama işçilik maliyetlerin düşer. Düşük kalite malın orta kalite olur. Üçüncü aşama ise yüksek kaliteli mal üretme aşaması. Orda da yüksek fiyat uygulamaya geçebilirsin. Doğrudan doğruya üçüncü kademeye geçmek diye bir şey yok. Japonya, Çin, Tayvan ve Tayland’ın yolu budur. Japonya yüksek fiyat yüksek kalite noktasındadır. Çoğundan da kalitesi yüksektir. Sadece Alman otomobili Japonya’dan iyidir. İsviçre’de çok kaliteli mallar vardır. Bunu idrak edelim. “Efendim yüksek kalite mallara geçelim.” Belli ürünlerde belki geldik ama ülke olarak gelmedik. Bir kısmında ikinci basamaktadır. Üçüncü basamakta yabancı yatırımcıların ürettiği arabalar vardır. Arçelik, Türkiye’nin en başarılı şirketidir ama hala ucuzdur. Arçelik çok sofistike bir şirkettir. Üretim rakamları dünya ölçeğindedir ama ihracatta fiyatları ucuz segmenttedir.
Bir defa o segmente yerleşirseniz tüketici çıkmanıza izin vermez. ABD’de o zaman üç büyük oto fabrikası var. Hepsi benzer arabalar üretiyorlar. Ama Cadillac en pahalısı. O zaman benzin istasyonlarında pompacılar vardı. Bir de öğretilmiş, “İstasyona gelen adamın arabasına iltifat edeceksin. Et ki bahşiş versin.” O ara Chrysler’in yeni modeli imperial çıkmış. İlanları var; “Mühendisliği en iyi araba” diyor. Adamın biri yeni imperial almış, benzincinde, pompacı camını siliyor. Reklamlardaki lafı tekrar ediyor. Adamın arabasına iltifat ediyor, “Arabanız çok çok iyi” diyor. Bir ara soruyor, “Kaça aldınız bunu?”, Adam “12 bin dolara aldım” diyor. Pompacı şaşkınlık içinde, “Aaaa! Ama o fiyata bir Cadillac alabilirdiniz!” diyor. İmaj öyle bir şey.
EKONOMİYİ TEK BAŞINA ANALİZ ANLAMLI DEĞİL
► Ekonomiden pek olumlu sinyaller gelmiyor. Siz son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Böyle durumlarda daha kötü bir şey olmadan iyileşme olmaz. Daha kötü bir şey olacak. O en kötü şey henüz olmadı. Olsa dönüş başladı diyeceğiz. İkincisi ekonomiyi tek başına tahlil etmenin hiç bir faydası yok, Merkez Bankası söyle yapsa, teşvik şöyle olsa... Bunların hiç bir bilimsel ağırlığı yok. Batan gemiden bronz nasıl parlatılır diye konferans vermeye benziyor. Türkiye bugün Suriye bataklığına girmiştir. İlk yapılması gereken buradan çıkmaktır, hem de arkasına bakmadan. Bakarsa çıkamaz, ABD’nin Vietnam’dan çıkması gibi. 52 yıl önce ABD’ye gittim, Vietnam harbi vardı, ABD, 58 bin ölü verdi, 2. Dünya Harbi’nde 550 bin. İç harpte 600 bin. Koskoca ABD yüzbinlerce yaralıyla döndü. Başka türlü çıkamıyordu. En sonunda emekli bir general “nükleer bomba atalım, bitsin bu iş” dedi. “Ama efendim bu kadar şehit verdik. ABD’de danışman diye gitti. Bizim 3 ayda Şam’da namaz kılmamıza benziyor. Vietnam’da Fransızlar yenilince savaşı ABD devraldı. Gider hallederim havasındaydı. Güney Vietnam gibi bir şey yaratmışlardı. Bizim ÖSO gibi. Vietnam halkı onları hain gördü. Türkiye başka bir ülkede savaşmaktadır. En kötüsü deplasman savaşıdır. Suriye işinden çıkmalı, olmazsa olmaz. Arkasına bakmadan çıksın. Nasıl değil. Ama falan… “Biz ÖSO’yu yanlız bırakamayız!” Bırakacaksın. Kürt devleti kurdurtmayacağım... Kuzey Irak’ta kuruldu ya. Barzani’yi burada devlet başkanı gibi karşılıyoruz.
SİSTEMLERLE MİLLİ HASILA ARTIŞ HIZLI ARASINDA İLİŞKİ VAR
► Başkanlık sistemi öngören anayasa değişikliği Meclis’te. Ekonomi açısından bakarsak yeni model nasıl bir ekonomi yönetimi getirebilir? İşler daha kolay yürür mü?
Başkanlık sistemi daha yüksek iktisadi kalkınma getirir mi? York Üniversitesi’nde Prof. Gülçin Özkan ile Prof. Richard McManus’un çalışması var. Yıldan yıla kalkınma, milli gelir artışı daha hızlı mı artıyor? Parlamenter demokrasi mi, başkanlık mı ekonomi için daha hayırlıdır. Birçok ülkeyi incelemişler. Başkanlık sistemi ile milli gelir arasındaki korelasyonda aralarında tersine ilişki var, büyüme oranını düşürüyor. Başkanlık da parlamenter demokrasi de bir karar alma sürecidir. Başkanlık daha iyi karar alınmasını mı sağlar? “Efendim bir sürü gereksiz konuşmalarla sürüncemede kalıyor, uzuyor. Ne yapılabilir belli, verirsin kararı, yaparsın” diyorlar. Öyle bir başkan ve süper danışmanlar heyeti var ki çok hızlı karar alıyorlar. Biraz daha dibine gidersek her karar bir tercihtir. Tercihte sayısal alana oturtulmayan değerler vardır. Karar ise matematikseldir, ölçülebilir. Ne demek iyi karar? Karı maksimize eden karar iyi karardır. Ne var ki karın maksimizasyonu, karın tarifi ile başlayan bir sürü muğlaklık içerir. Sosyal fayda yaratan kar mı, zarar yaratan kar mı? Boya fabrikası kurdum, atıkları dereye verirsem karım maksimize olur ama tarlaları, dereyi berbat ederim. Firmanın karını maksimize ettik ama kasabanın karı ne oldu? Kısa vadeli mi uzun vadeli kar mı? Bu sene Ar- Ge harcaması yapmazsan, bu sene kazanırsın ama birkaç sene sonra Ar-Ge yapan rakibin yeni bir modelle çıkar, sen demode kalırsın.
► Zaman zaman hatalı kararlar verilse bile karar süreçlerini gerçekten hızlandıracak bir yanı da yok mu?
Kararı hızlı aldık ama çok hızlı alınan ve çok kar getiren kararlar bizatihi yapısı icabı aynı zamanda büyük zarar yaratan unsurlar barındırıyor mu? Karar teorisinden biliyoruz ki hatasız karar olmaz. Genellikle iki hatadan biri tercih edilir. Çocuk yetiştireceğiz. Disiplinli mi, özgürlükçü aile mi olacaksın? Pısırık bir çocuk olabilir veya esrarkeş olabilir. Her karar geleceğe aittir. Gelecek ise belirsizdir. O yüzden her karar belirsizlik ortamı içinde alınmaktadır. Siste 140 km ile gidiyorsun, ‘Ben bu yolu biliyorum.’ Evet, çarpmadan da gidebilirsin. Ama ani bir şey çıkar, çarparsın. Biraz zaman kaybedelim, daha yavaş gidelim ama kaza yapmayalım. Sis içinde 140’la gidilmez, ne kadar çabuk varacak olsan da. “İstanbul’a, Türkiye’ye şu kadar turist geliyor. Derhal 5 yıldızlı şu kadar otel yapalım.” Bir bakıyorsun pat Rusya, Suriye krizi! Turist gelmiyor. ‘Ben ne bilirdim artmayacağını?’ diyorsun. Demek ki sis içinde gidiyorsun.
► Kararların sonuçlarını değerlendirme olanağı varsa, hatalı kararların sonuçlarını ortadan kaldırmak da mümkün olmuyor mu?
Yönetim sistemi ne olursa olsun kamu halkın parasını halk için harcamaktır. Kendi parasını harcamıyor. Kendi paranı harcıyorsan sorun yok. Parasını harcadığın kişileri kararlara ortak etmelisin. Bunu ancak parlamento sağlar. Hakimiyet kayıtsız şartsız milletin ama millet karar alırken Konya Ovası’nda toplanmıyor. Vekiller vasıtasıyla iradesini yansıtıyor. Vekilleri by-pass ettinse milleti by-pass ettin. Karar süreçlerine kat ki onlar da sorumluluk alsınlar. “Karışma sen, ver paranı bana” diyemezsin. Konuşmak çok zaman alıyor, alsın! “Efendim milletvekili zaten elini kaldırıyor, indiriyor!” Biz de bundan şikayet ediyoruz. Bunu iyice büyütmenin anlamı yok ki. Demokrasinin olmazsa olmaz şartı kuvvetler ayrılığıdır. En zor konu hiç bir zaman tam ulaşılamayacak konu ama uğrunda ölünecek konu kuvvetler ayrılığıdır. Biliyoruz ki kuvvetleri birleştirmek gibi bir temâyül hep var. Atatürk zamanında da vardı ama Atatürk’ün övünülecek tarafı değildi, devrimci inkılâpçı zaten, ondan çıkmaya çalıştık. O zaman da vardı. Vardı da üstünlüğü o değil ki... O yüzden Atatürk düşmanlığı bu kadar gelişiyor. Her olay cereyan ettiği şartlarda ele alınır. Suçlamak değil ders çıkarmak için konuşuruz. Yargının kaçını seçiyor, rektörleri seçiyor. Kuvvetler birliğine götürüyor.
VEHBİ BEY, HER ŞEKİLDE KÂR EDEN PROJEYE NE DEDİ?
► Kararlarda yavaş kalmanın, gecikmenin fırsatlar bakımından bir maliyeti yok mu?
Başkanlık sistemlerinde başkan olacak kişinin karakterinde bir cesaret ve atılganlık olacağını da varsayarsak, bazı ihtimallerin gözardı edilmesi eğilimi yüksektir. Yüksek kapasite inşa etmek gibi... Ekonomilerde çok ciddi atıl kapasiteler yaratabiliriz, demode teknolojilere çok büyük yatırımlar olabilir. Araştırma gösteriyor ki parlamenter sistemler daha az yanlış karar alıyor. Büyük piyangoyu yakalayamıyorum ama büyük zarar da etmiyorum. Koç Grubu’nda çalışırken bir projeyi Vehbi Bey'e götürmüştük. Kendine mahsus inceleme yöntemleri vardı Vehbi Bey’in. Birinci, ikinci, üçüncü uzmanları bulur baktırırdı. Biz götürdük, hepsi karlı, birinde 4, birinde 7, birinde 10 milyon kar ediyor. Vehbi Bey baktı “Hangisinde zarar ediyor?” dedi. “Efendim zarar etmiyor.” “Yok, dedi onu çalışın bana getirin. Benim gözüm o zararı yerse o projeye girin diyeceğim. Tabi ki kar için gireceğim ama zarar edersem onu karşılayabilir miyim, onu göreyim. Karın ucu yok. Ama zararın ucu var. Ödeyebileceğim, altından kalkabileceğim kadar zararı olan ama muhtemelen karlı olabilecek projelere girerim. Bana hiç zarar etmeyen değerlendirmeler getirmeyin” dedi. Bu Vehbi Koç’u Vehbi Koç yapan özelliklerden biri. Merak etme, hiçbir şey olmaz, tak giderim, tak yaparım! Hataya açık bir sistem, filitrasyonu yok, farklı görüşlere yer vermeyen bir sistem. Aynı şey şirketler için de geçerlidir. Tek başına şirketin bütün işlerini yapan biri yok, böyle bir adam yok. Hızlı karar alma kolaylığı başkanlık sisteminin belki de en kötü yönüdür. Belki en kısa zamanda alınabilecek en doğru kararlar kaçacaktır. Ama unutmayalım fırsatla tehlike bir paranın iki yüzü gibidir.