'Bölgesel teşvik hiçbir ülkede işe yaramadı'
Orta Vadeli Program içerdiği tahminlerle her açıklandığında tartışma konusu oluyor. Ancak iktisatçı Cansen’e göre ise asıl tartışılması gereken rakamlar değil, programın kendisi...
Abone olTürkiye’de her yıl 3 yıllık Orta Vadeli Program (OVP) açıklanıyor. Bu program her açıklandığında içindeki rakamların gerçekçiliği ve tutarlılığı tartışma konusu oluyor. Bu ay içinde açıklanan ve 2017-2019 yıllarını kapsayan son OVP’de de bu durum değişmedi. Önceki OVP’lerdeki ciddi sapmaları örnek veren ekonomistler bu dönem için yapılan tahminleri de aşırı iyimser buldu. İktisatçı Ege Cansen’le, “Duayenlerle Söyleşiler” dizisinin bu bölümünde Orta Vadeli Program ve genel olarak planlama üzerine konuştuk. Cansen de OVP’deki rakamların tutarsız olduğunu belirtti. Ancak asıl bakılması gereken noktanın bu olmadığını da vurguladı. Cansen’e göre 3 yıllık programlar, 5 yıllık kalkınma planları 1960’lı yıllarda kalması gereken kötü miraslar. Planlamanın piyasa bozucu rolüne dikkat çeken Cansen, şirketlere orta vadeli program yapmayı önerse de makro düzeyde bu tarz programlar yapmanın çok sayıda değişken yüzünden olumsuz sonuç vereceğini kaydetti. Cansen buna rağmen, planlamadan da vazgeçmeyi önermiyor. Planlama sonucu ortaya çıkan metne güvenilmemesi gerektiğini dile getiren Cansen, bununla birlikte planlama sürecinde elde edilen bilgilerin yararlı olduğunu savundu.
► Orta Vadeli Program'ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Orta Vadeli Program açıklandığında her seferinde de bunun içindeki rakamların tutarlılığı tartışılıyor. Ancak ben içindeki rakamlarından çok bu programın tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Rakamlarda önemli tutarsızlıklar var. O ayrı ama benim asıl tartıştığım soru şu: Bu programa neden ihtiyaç var? Bu planlar gerçekten dönüşüm planlarıysa bunları sayılara bağlamak doğru mu? Sayılara bağlamaya kalktığınızda iş çuvallıyor. Genellikle de olumsuz yönde çuvallanıyor. Çünkü vizyon koyma potansiyelin üstüne çıkmayı gerektiriyor. Rahmi Koç’un tabiriyle vizyon biraz da illüzyondur. Zaten mesela sanayinin dijitalleşmesini nasıl tablolaştıracaksınız? Stratejik planlar ilkesel ise bu bir düşüncedir, vizyon koymaktır. Sayılara bağlamak çok zorluyor. Elimizdeki bilimsel aletler bunu sayıya bağlayamaz. Bazen elimizdeki aletlerin yeteneklerinin farkında değilizdir. Mesela pazar araştırması. Gelecek 10 yılda hangi sektörlerde nasıl bir talep değişikliği olacak? Bu tamamen inovasyona bağlı. Zaman aralığını artınca elinizdeki araçların kalibrasyonu bozuluyor. Yanlış sonuçlar vermeye başlıyor.
Ekonomiyi tekne, başındakini de kaptan sanıyoruz
Programlarda nerede, ne yapılacağına kadar belirleniyor her şey. Proje bazına kadar indirdiğinde programı yanlış yapma ihtimali daha da artıyor. Hala 60’ların kafasıyla mı düşünüyoruz? Türkiye’de bir senaryolu kalkınma fikri var. Hep severiz bunu. 1960’lar ekonomik mirasının günümüze kalan kalıntısı olarak düşünüyorum. Ekonomiyi bir tekne, başındakini de kaptan olarak görüyoruz. Ekonomi yönetilir mi yönlendirilir mi? OVP bir tahmin mi yoksa aksiyon planı mı? Devlet yatırımları için mi bu? Hangi alt kırılımlara kadar projelendiriliyor? Biz şirketlerde 3 yıllık plan yapıyoruz. Sebebi de bütçeyi yapmak. Çünkü hayat yılbaşında başlayıp yıl sonunda bitmiyor. 1 yıllık bütçeyi daha iyi yapmak için 3 yıllık program yapıyoruz. Ancak kamunun yaptığı program her şeyi etkileyebiliyor ve sonuçları çok daha ağır olabiliyor.
► Siz çalıştığınız şirketlerde OVP hazırlarken kamunun tahminlerini ne kadar dikkate alıyorsunuz?
Biz şirketlerin orta vadeli programını hazırlarken, kamunun yaptığı OVP’yi neredeyse hiç dikkate almıyoruz. Türkiye’de iki tip şirket vardır. Birincisi has özel sektör. Bunlar piyasa ile iş yapar. Bir de devletle iş yapan şirketler var. Biz bunlara Resmi Gazeteci şirket deriz. Kamunun tahminleri her zaman konuşulur ama iş yapmaya gelince kimsenin dikkate aldığını görmedim. Ben de şimdiye kadar kimseye ‘OVP’de tahminler şu, siz de planlarınızı şuna göre yapın’ dediğimi hatırlamıyorum. Resmi Gazeteci şirketler ise başka. Kamuya göbekten bağlı oldukları için orada işler daha farklı yürüyor.
Planla insanların hesabını değiştiriyorsunuz
► OVP hazırlamanın özel sektöre ne gibi bir zararı oluyor?
Biz neleri varsayıyoruz da 3 yıllık bir makro plan yapıyoruz. Mesela Türkiye’de Suriyeli mültecilerin topluma ne kadar entegre olup olmayacaklarını nereden biliyoruz. Kalacaklar mı gidecekler mi? Nasıl, yanlarında ne götürerek gidecekler? Bu ve bunun gibi soruların cevaplarını bilmeden nasıl makro bir tahmin yapabilirsiniz. Rusya uçağının düşürüleceğini kim biliyordu? Böyle olunca 3 yıllık plan daha birinci yılında aksıyor. İnsan davranışları aktif değil reaktiftir. Bağımsız olarak davranmaz, belirli şeylere bakarak davranışını belirler. Bütün bunlar olunca makro planlama dibinden sallanıyor. O kadar çok varsayım yapılması gerekiyor ki. Dolayısıyla sen devlet olarak planlama yapınca bir nevi piyasaya sinyal veriyorsun. Onu okuyan bir sonuca varıyor. Adamın hesabını da değiştiriyorsun. Piyasaya göre hareket edecekken, davranışını değiştiriyorsun. Makro planlamalar işe yaramıyor. Çok fazla kaynak israfına yol açabiliyor. Devletin teşvik ipiyle kuyuya inilmez. Mesela ihracata bak daha çok. 5 yıllık teşvikler belki kısa vadede olumlu ancak yatırım yaparken, temel iktisadi değeri dikkate alınmalı. Pazara, limana yakınlık gibi. Yapaylık yürümüyor.
► Hiç planlama yapılmasın mı o zaman?
İkinci Dünya Savaşında Batı Avrupa’daki Müttefik kuvvetlerinin başkomutanlığını yapan Dwight Eisenhower, biliyorsunuz, daha sonra ABD Başkanı oluyor. O dönem planlama da oldukça tartışılıyor. Eisenhower’a soruyorlar: “Ordunun her aşamasında yer aldınız. Subay olarak birçok planın altına imza attınız. Askerlikte planlama ne işe yarar?” Eisenhower da şöyle cevap veriyor: “Ben hayatım boyunca çok fazla plan yaptım ve uyguladım. Şunu söyleyebilirim ki planların neredeyse hiçbiri işe yaramadı. Ancak “Planın kendisi çoğu zaman faydasız. Ancak planlama süreci vazgeçilemez.” Ben de bu düşünceye katılıyorum. Planlama yapmak için yapılan çalışma asıl faydalı olan. Mümkün olduğu kadar konuşarak, hesaplayarak olanı biteni anlamaya çalışmalıyız.
Bizi Hollandalı plancılar eğitti
► Dünyada bu konuya olan eğilim nasıl?
ABD hala plansızlığın en büyük savunucusu. Şirketlerin plan yapması tavsiye edilir. Ancak devletlerin plan yapmasına hiç hoş bakılmaz. Avrupa ise hala plancı. Hatta yarı sosyalist bile diyebiliriz. Avrupa genel olarak sosyalizmden beslenmiştir. Entelektüel birikiminde sosyalist kökenlilerin rolü büyük. Hollanda ise Avrupa genelinden de bir tık ötede. Bizi de ODTÜ'de Hollandalı hocalar eğitti. Endonezya Hollanda’dan bağımsızlığını kazanınca oradaki Hollanda kökenli üniversiteleri millileştiriyolar. Açıkta kalan hocalardan bazıları Türkiye’ye ODTÜ’ye geldi. O hocalar bizi ekonominin planlamaya ihtiyacı olduğu şeklinde eğitti. O dönemde kamuda temel slogan “Planlama KİT’ler için emredici, özel sektör için yol göstericidir” diye. Bizde hala bunun izleri var.
Faizler düştü yaprak kımıldamıyor
Ne mükemmel rekabet vardır. Ne mükemmel planlama vardır. Kapitalist sistem optimizasyonu rekabet ile temin ediyor. Daha becerikli olanlar, daha iyi ürün yapanlar, daha aza mal edenler, ürünlere yeni nitelikler ekleyebilenler öne çıkıyor, diğerleri batıyor. Bu bir nevi doğal seleksiyon. Çok sayıda üretici, çok sayıda tüketici, kesintisiz haberleşme gibi çok sayıda şart var mükemmel rekabet için. Bir de planlama var. 250’ye 250’lik matrislerle planlama yapıyorlar. Ancak bu kadar genişlerseniz tutturmanız mümkün değil. İktisat bir bilişsel bilimdir. Şunu diyoruz mesela. Faizleri yükseltirsek işverenleri yatırım yapmaktan caydırırız. Yatırımlar azalırsa ekonomide yavaşlama olur, talep daralır. O zaman da fiyatlar düşer. Aslında ikisi arasında bir ilişki yok. Onu biz kurduk. Tersi için de aynı durum söz konusu. Faizler inince yatırımların artacağını söylüyorlar ancak bakıyorsunuz yaprak kımıldamıyor. Eksi faiz neden yatırımları canlandıramıyor. Bütün okuduğumuz iktisadı çöpe mi atacağız. Tabii ki hayır. Çünkü ekonomi bilişsel bir bilim. Hiçbir yargı kesin değil. İnsanın kafasında yarattığı algı önemli olan. Yönetenler şunu düşünmeli: Müteşebbiste “Sermayenin zaman maliyeti çok azaldı. Ben de borç almaktan korkmayayım. Yüzde 2-3 bile sermaye getirisi alsam, yüzde sıfır faizle tamamı bende kalır” düşüncesini yaratmalı. Ancak ortada hiç sermaye getirisi yoksa faiz 0 da olsa kimse onu kullanmaz. Ürettiğini satamayacaksa sermaye maliyeti ne kadar düşük olursa olsun işveren yatırım yapmaz. Bu varsayımı yok sayarak sadece faiz seviyesi üzerinden yatırımları değerlendirmek çok yanlış. İnsanlar senin yapacağın hareketin maksadını kestiriyor. O maksat işine gelmiyorsa, senin beklentinin tersine hareket edebiliyor. Hep kendimize göre bir muhakememiz var.
Bölgesel teşvik hiçbir ülkede işe yaramadı
► Teşvikler yatırımcı davranışını nasıl etkiliyor?
Yakın zamanda Başbakan dedi ki: “Güneydoğu’ya fabrikalar kurulacak. Ürettikleri bütün malları devlet alacak.” Ne fabrikası kurulacak orada? Yardım malzemeleri dendi. Mesela ben çadır sektöründe bir üreticiyim. Çok da başarılıyım. Ancak uygulama gereği devlet benim çadırımı değil Güneydoğu’da fabrika kuranın çadırını alacak. Teşvikler zaten piyasayı bozuyor. Alım garantisi bunu daha da öteye taşıyor. Bölgesel teşviklerin hiçbiri hiçbir işe yaramadı. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Güney İtalya’yı kalkındırma hamlesi başlatıldı. Çok büyük bir proje bu. Geri kalmış bölgeler var. Hedef de bölgeler arası gelir uçurumunu azaltmak. O bölgede yatırım yapmak isteyenlere büyük teşvikler verilmiş. Güneylilerin hem bilgi hem de sermaye birikimleri olmadığından güneye yatırım yapanlar yine ülkenin kuzeyindeki büyük sanayi olmuş. Mesela FIAT otomobil fabrikası açmış orada. Ancak işler bu kadar basit değil. Bu macera fiyasko ile sonuçlandı. Teşviklerle kurulan bütün fabrikalar teşvik süreleri bitince kapanmış. Hepsi başta nerede kuracaksa fabrikasını oraya dönmüş. Bu da büyük bir kaynak israfı. Mesela Koç Grubu da hayvancılık ve domates salçası üretimi için Güneydoğu’ya yatırım yaptı. Sonra çıktı gitti. Uzun vadeli yatırımlar kamu teşvikleri ile yapılmaz.
Bölgesel teşvikte sahtekarlık yaptılar
İş adamları oradan gelen sinyalleri kendilerine göre değerlendiriyor. Optimizasyon bozuluyor. Yatırımlar uygun olan yere değil, teşvikin çok olduğu yere gidiyor. Ancak teşvik verilen yer uygunsuz bir yer. Teşvik bunu kompanse ediyor. Ancak teşvikler bir yerde bitmeye mecbur. O zaman da kötü yerde çakılıp kalıyorlar ya da kapanıyorlar. Sadece teşvik için sahte fabrikaların kurulduğunu biliyoruz. Güneydoğu’ya makine alıyor gibi gösterip Batı'daki fabrikalarına getirip kurdular makinelerini. Sonuçta bu bölgesel teşvikler bozucu etki yapıyor. İktisatta kendini düzelten mekanizmalar var. Bu müdahaleler bu mekanizmaları bozuyor. Ekonominin kendini düzeltme refleksleri bozuluyor. O zaman hatalar devamlı oluyor. Kapitalizm, zarar yaratır denir. Zararlı olanı sistemden çıkarmak üzerine kuruludur. Doğruyu da hata yapa yapa bulur. Sorun en az hata ile doğruyu bulmakta. Bu sistemi eleştirenler başarısız olan devre dışı kalırken milli servete de zarar verdiğini belirtiyor. Ancak planlama da batan miktar çok daha fazla. Risk alan olmadığı için kapatıp yeni projeye başlıyor.
Sınır illerinde ikinci sınır mı olacak?
Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, geçtiğimiz haftalarda ilk kez denenecek ‘Gümrüksüz şehirler’ projesini tanıttı. Yeni uygulamada iki ülke sınırında kurulacak ticaret merkezlerindeki esnaf, karşı ülkeden getirecekleri ürünleri gümrüksüz satacak. Gümrüksüz ve vergi muafiyetli ürünler o il ve ilçe sınırları içerisinde satılacak, İstanbul’da, Ankara’da satılmayacak. Çok miktarda başka illere götürülüp ticaretinin yapılmak istenmesi halinde, ithalat/ihracat rejimi çerçevesinde gümrük vergileri ödenerek yapılacak. İktisatçı Ege Cansen, bu yapıya şüpheyle yaklaştı. Cansen, “Şimdi böyle bir yapı nasıl kurulacak? Mal o illere gümrüksüz girdikten sonra ülke içinde hareket etmemesi nasıl sağlanacak? O zaman mesela gümrüğü Van’ın batısına çekmek gerekiyor. İkinci bir iç sınır gerekiyor. Devlet, sınırı olan, içeri mal girerken de gümrük rejimine tabi tutan yapıdır. Dolayısıyla bu tarz projeler istenmeyen sonuçları doğurabilir” diye konuştu.
Orta vadeli program içeriği
Resmi tanımıyla OVP’nin içeriği şöyle:
► Kamu ve özel kesim için öngörülebilirliği artıracak bir yol haritası niteliğindedir.
► Çeşitli alanlarda birbirleriyle tutarlı bir amaç, politika ve öncelikler seti sunmaktadır.
► Makro politikaların yanı sıra, temel gelişme eksenlerini ve ana sektörleri kapsar.
► Uzun vadeli amaçlara katkıda bulunacak şekilde, üç yıllık dönemde üzerinde yoğunlaşılacak öncelikleri tespit eder.
► Uygulamaların sonuçları ve genel şartlardaki değişmeler dikkate alınarak, her yıl yenilenecek dinamik bir yapı arzeder.
► Üç yıllık perspektife sahiptir.