Rüzgar yön değiştirsin diye beklemeyin sürekli yakınmayın, yelkenleri ayarlayın!
Hakan Güldağ - DÜNYA GAZETESİ GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Hakan Güldağ - DÜNYA GAZETESİ GENEL YAYIN YÖNETMENİ
Akdeniz Demir ve Demir Dışı Metaller İhracatçıları Birliği’nin gazetemiz DÜNYA ile işbirliğinde hazırladığı son dosya 2 Ağustos tarihliydi. Dosyanın manşeti ise ADMİB Yönetim Kurulu Başkanı Fuat Tosyalı’nın ağzından verilmişti: “Dünya ticaret savaşları demir çelik sektörünü de etkiliyor!” Tosyalı, Amerikan Başkanı Donald Trump’ın ithal çeliğe yüzde 25 ek gümrük vergisi getirmesini ele alıyor, bunun Türkiye’ye yapılmış büyük bir haksızlık olduğunu anlatıyordu. Aynı dosyanın arka sayfasında ise bu köşenin yazarı olarak ben de, “Dünyanın gerilimini enerji kaynağına dönüştürmek” konulu bir yazı kaleme almıştım. İki yazı da risklere dikkat çekmeyi, sektördeki şirketleri ve iş insanlarını olduğu gibi, ekonomi yönetimini de bilgilendirmeyi amaçlıyordu. Aradan geçen sürede, maalesef gelişmeler bizi haklı çıkardı. ABD hükümeti, 8 Ağustos'ta Türkiye’den ithal ettiği çelik üzerindeki gümrük tarifesi oranını iki katına yükseltti. Yüzde 50’ye varan bu yeni tarifeyi de 13 Ağustos’tan itibaren yürürlüğe soktu.
Türkiye’nin mücadelesi sürecek…
ABD’nin hamlelerinin ‘siyasi’ olduğuna, 6 Kasımdaki ara seçimler sonrasında bugün karşı karşıya kalınan sorunların aşılacağını düşünenler çok.
Gerçekten de 6 Kasım’da yapılacak Kongre ara seçimleri ABD’de yılın en önemli siyasi sürecini oluşturuyor. Ara seçimlerde 435 sandalyeli Temsilciler Meclisi’nin tamamı, 100 sandalyeli Senato’nun ise üçte biri yenilenecek. Trump’ın başkan seçildiği Cumhuriyetçi Parti şu anda her iki kanatta da üstünlüğü elinde bulunduruyor. Cumhuriyetçilerin hedefi bu konumlarını devam ettirmek… Demokratlar ise en az birinde üstünlüğü ele geçirmeyi ve 2020’deki başkanlık seçimlerine avantajlı konumda girmeyi amaçlıyor.
Öte yandan, Trump ve Amerikan hükümetinin dış ticareti etkileyen jeopolitik hamlelerini sadece iç siyasete bağlamak bizi yanıltabilir. Nedenlerini de 2 Ağustos'taki ADMİB dosyasında irdelemeye çalıştım. Görünen o ki, dünya ekonomisi ve jeopolitiğindeki türbülans 6 Kasım sonrasında da devam edecek. Türkiye’nin buna karşı mücadelesi de elbette her düzeyde sürecek.
Firmalarımızın stratejilerini buna göre oluşturması gerektiğini 2 Ağustos'taki dosyada da vurgulamıştık. O tarihten sonra birçok okurumuz aradı. Özellikle bizi bekleyen “ani hava değişimlerine” karşı neler yapılabileceğine ilişkin hayli görüş alış verişinde bulunduk.
Dünyaya ve hayata kara gözlüklerle bakmayın!
Bazı okurlarımızla paylaştıklarımı şimdi sizlerle de paylaşmak istiyorum… Öncelikle de, geleceğe ‘iyimser’ ya da ‘kötümser ’ bakma meselesine ilişkin olanları.
Çünkü laf dönüp dolaşıp bu noktaya geliyor. Oysa bugünün dünyasında aşırı iyimserliğe ya da karamsarlığa yer yok. Çünkü, her ikisi de bizi gerçeklikten koparıyor, geleceğin risklerine karşı da savunmasız bırakıyor. Kısacası, olaylara ‘iyimser’ ya da ‘kötümser’ bakmanın bir faydası yok!
“Yahu dolar olmuş bilmem kaç lira. Faizler roket hızıyla çıkmış. Sen neden bahsediyorsun” dediğinizi duyar gibiyim.
Haklısınız da… Zor bir süreçten geçiyoruz
Ama şunu unutmayın; haklı nedenlere dayansa da karamsarlık elimizi kolumuzu bağlıyor.
En başta da ruhumuzu…
Zihnimizde ve ruhumuzda karamsarlık prangasından kurtulmadan bugün içine girdiğimiz ve şiddetini artırma potansiyeli de taşıyan türbülanstan hasarsız kurtulmamız mümkün değil. O prangadan kurtulmadan, ya atalete ya da paniğe sürükleniriz. Bu da işleri daha da kötüleştirir.
Prof. Dr. Halil İnalcık, aramızdan ayrılmadan önce, 100 yaşında verdiği bir röportajda, “Türkiye’nin bugününe bakınca ne hissediyorsunuz” sorusuna ‘karamsarlık korkaklıktır’ yanıtı vermişti. Bu şimdi iki kat geçerli. Açıkçası, ‘karamsar olacak kadar iyi durumda değiliz’.
Temelsiz iyimserlik bizi tedbirsiz bırakır!
Diğer yandan, aşırı karamsarlık, karşı uçta temelsiz bir iyimserlik üretiyor. Her daim ‘iyimser’ olmayı marifet sananlar, işlerin nasıl olsa kendiliğinden düzeleceğine inanıyor. Onun için de, üretken olmaya, olup biteni kavramaya, öğrenmeye gerek duymuyor.
Bu iflah olmaz iyimserlerin, deyim yerindeyse Pollyanna’cılık peşinde koşanların sonu ise genellikle hüsranla bitiyor. Fırsatları abartıp, riskleri küçümsedikleri için zarardan kurtulamıyorlar. İyimserlikte aşırıya kaçanlar da, aynen karamsarlar gibi gerçek sorunları görmezden geliyor ve geçici çözümlere bel bağlıyor.
Karamsarlar rüzgardan şikayet eder, iyimserler rüzgarın yön değiştirmesini bekler. Gerçekçi ise yelkenleri ayarlar… Sorunlar karşısında en iyisi pozitif gerçekçilik… Yani, sorunları en ince ayrıntılarına kadar bilmek, farkında olmak ama hep sorunun değil çözümün bir parçası olmak. Ve çözüm arayışında hep umutlu olmak. Kısacası özellikle türbülans dönemlerinde bize lazım olan şey; dinamik, bilgili, çalışkan ve pozitif bir tutum.
Bakın şöyle bir çevrenize… Belki sayıları fazla değil. Ama toplumun çarklarını döndürenler, sorunlara çözüm bulanlar ve yeni şeyler üretenler zor zamanda bir şeyler yapmaya çabalayan bu pozitif gerçekçi azınlık arasından çıkıyor.
Hayata ‘pozitif gerçekçi’ bakabilenler, en olumsuz koşullarda bile, bir çıkış yolu bulmaya ve elinden geleni yapmaya gayret ediyor.
Türbülansı önce beyninizde yenin!
Tabii, Türkiye’de iş dünyası çalkantılara, türbülanslara hiç yabancı değil. Stres ve baskı altında çalışmaya zaten alışık. Hatta ‘Türkiye’nin kriz ya da genel olarak olumsuzluğu yönetmek anlamında dünyaya, Batılı ya da Doğulu herkese öğretebileceği pek çok şey var’ dersek bu hiç de abartılı olmaz. Gerçekten de Türkiye’nin iş insanları, sanayicilerinin fırtınalı sulardaki yönetim deneyimi değme ülkelerin iş insanlarına taş çıkarır.
Belki ‘Y kuşağı’ hariç. 1979 ile 1999 arası doğanlar Türkiye’nin peş peşe yaşadığı krizleri yaş icabı pek yaşamadılar. Ya okuldaydılar, ya da ikinci, üçüncü veya dördüncü kuşak olarak işe yeni girişmişlerdi. O krizler, zihinlerinde pek bir iz bırakmadan ‘teğet’ geçti.
Şimdi onlar da ne yapıp edip alışacak türbülansa… Tabii büyüklerinin tecrübeleri de önemli ama önce fırtınayı zihinlerinde yenmeleri lazım. Sadece işin başında bulundukları kendi şirketlerinin değil, sektörlerinin ve bir bütün olarak Türkiye ekonomisinin, hem dünyadan gelecek, hem de içeride birikmiş sorunlardan kaynaklanan çalkantılardan asgari hasarla çıkması Y kuşağımızın bu dirayeti gösterebilmesine bağlı…
İlk yapılacak iş: ‘uçağı havada tutmak’
Geçen yazıda da değinmiştik. Açalım: ‘Türbülans’ havacılıkla iç içe bir kavram. Ani hava hareketlerini anlatıyor. Bu ani hava hareketlerine karşı pilotlara ilk öğretilen şey üç kelime; ‘uçağı havada tut’…
Ekonomik türbülansla karşılaşan şirketlerin kaptan pilotları için de prensip aynı… Önce uçak uçmaya devam edecek. Önce gemi yüzecek. Yani hayatiyet devam ettirilecek. Bu arada gerekiyorsa faaliyetlerin hızı düşürülecek. Manevra yapmaya uygun hıza indirilecek. Aynen havacılıkta olduğu gibi, ‘pozitif denetim’ sağlandıktan sonra şirketin ihtiyaçlarına ve tabii eldeki imkanlara göre, yeniden konum alınacak. İşte onun için, Y kuşağımıza, piyasada karşılaştıkları çılgın dalgalara denk bir irade gücü gerekli... Bir başka ifadeyle, belirsizlik sizi esir almadan, siz belirsizliği kontrol altına almaya çalışacaksınız. Pozitif denetimi elinizde tuttuğunuzda da, dışarıdan gelen çalkantıyı yenecek güce sahip olacaksınız.
Fırtınalı dönemlerde kararsız kalmak en kötüsü…
Türbülanslı dönemlerde aceleci olmadan acele edebilmek, yani hızlı karar alabilmek önemli.
Karar almanızı kolaylaştırmak için uzmanların önerilerinden bir bölümünü paylaşıyorum:
Öncelikle, korku, endişe ve panik ile karar almaktan kaçının. Moralinizi yüksek tutun. Fırtınalı dönemlerde kararsız kalmanın da en kötü şey olduğunu bilin. Hesaplarınızı kâr marjlarındaki düşüşün süreceği varsayımına göre yapın. Likiditenin iyi yönetimi türbülans döneminde manevra yeteneğinizi yükseltir. Üç, altı ve 12 aylık süreler için nakit akış tahmini yapın. Bu tahminler gerçekleşmese bile, nakit kaynaklara sıkışacağınız dönemleri önceden görebilirsiniz.
Türkiye, pek çok kez yaşadığı ‘kur krizlerini’ ihracatla aştı. İhracatınızı artırmaya odaklanın.
Bugüne kadar başlamadıysanız, tam zamanı… Dış pazarlarda farklı müşteri segmentlerini ve hedef kitleleri ayrı ayrı inceleyip yeni ve yenilikçi satış yöntemleri geliştirin. Ama öte yandan, iç pazarın kıymetini de iyi bilin ve müşteri sadakatini güçlendirmek için önlem alın…
Maliyetlerinizi, firmanızın entelektüel sermayesini zedelemeden, yani elemanları işten çıkarmadan azaltmanın yol ve yöntemlerini bulun. Bu süreçte, sabit maliyetleri, değişken maliyetlere dönüştürmek işinize yarayabilir. Aklına fikrine güvenebileceğiniz uzmanlar, zor dönemlerde, dışarıdan girdi, parça ve hizmet alma kararı öncesinde bu iki maliyet türü arasındaki dengeyi dikkate almayı öneriyor.
Ayrıca yönetim kurulunuzu yeniden yapılandırın. Yönetim kurulunda, firmanızı ve icra kurulunuzu riskler ve fırsatlar konusunda uyaracak, ufku geniş ve olaylara farklı bir açıdan bakacak kişileri tercih edin. Yönetiminiz hep ‘evet efendim’ diyenlerden oluşmasın. Hepinize başarılar ve kolaylıklar diliyoruz…