Gelecek çoktan geldi ama eşit dağıtılmıyor…
Hakan Güldağ - Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Sekiz yüz yıl öncesinden şöyle sesleniyor Kutadgu Bilig’in yazarı Yusuf Has Hacip: “Dünyada bilgiden üstün ne var?”
Ve devam ediyor:
“Bilgisiz baş köşeyi ele geçirirse, baş köşenin değeri kalmaz. Eşik ondan daha değerli olur. Eğer bilgine eşikte oturmak düşmüşse o eşik baş köşeden daha değerlidir...”
Bir başka bilge Victor Hugo, “Ordulara karşı durulabilir ama fikirlere karşı asla” diyor.
Bugün de geçerli değil mi bu sözler?
Hala bulunduğu yere saygınlık kazandıran şey bilgi...
Ve hiçbir ordu, zamanı gelmiş fikir kadar güçlü değil!
***
Konjonktür, trendler ve paradigma…
Birbirinin içine geçmiş bu üç boyut hayatımızı ve ekonomiyi şekillendiriyor...
Belirli bir olayı, belirli bir zamanda çevreleyen ve etkileyen koşulların tümü ‘konjonktür’ olarak tanımlanır.
Konjonktür, ekonomik olayların kavşak noktası gibidir. Bu kavşak noktası bazen hareketli olur, canlanma dönemine gireriz. Konjonktürün ibresi bazen de yavaşlama sinyali verir. ‘Durgunluk tehlikesi’ yakındır.
Kısaca, ‘gidişat’ ya da konumuza uygun olarak ‘ekonomik gidişat’ diyebiliriz…
***
Trendleri ise büyük nehirlere benzetebiliriz…
Nehirlerin geçtiği yerleri etkilemesi gibi, trendler de ekonomik ve toplumsal hayatın belirli alanlarını etkileyerek değiştirirler…
Bu değişim genişleyince, düne kadar geçerli olan kurallar ve varsayımlar tümüyle bir dönüşüm sürecine girer, ‘paradigma’ değişikliği zorunlu hale gelir.
Toplum ve ekonomiyle ilgili görüşler, bakış açıları, egemen düşünceleri, hatta analiz yöntemleri yeni paradigmaya göre şekillenir.
Paradigmayı dev bir tankerin rotasına benzetebiliriz. Geminin içindekiler hangi yöne hareket ederlerse etsinler, eninde sonunda varılacak yeri bu rota belirler.
***
Şimdi bir paradigma değişikliği içindeyiz…
Eski dünyanın temelleri çatırdıyor…
Aynen sanayi devriminin ilk yıllarında olduğu gibi…
Bundan yaklaşık 250 yıl kadar önce, İngiltere’de, İskoç mühendis James Watt’ın geliştirdiği buhar makinesi ile o güne kadar dünya üzerinde görülmemiş bir teknolojik gelişme yaşandı. Önce dokuma, sonra diğerlerinde üretim makineleşti.
Birinci sanayi devrimini diğerleri izledi…
19’uncu yüzyılın ikinci yarısından başlayarak elektrik sayesinde üretim sürecinin kitleselleştiği ikinci sanayi devrimi…
Otomobiller başta pek çok ürünün seri üretimine imkan sağlayan ‘bant’ sistemi de o zaman çıktı ortaya… Sonra, 20’nci yüzyılın son çeyreğinde, bilgi ve iletişim teknolojilerinin üretim sürecine uyarlanmaya başlaması ile sahne alan üçüncü sanayi devrimi…
Bilgisayarlaşma, yazılımın gelişmesi, üretim sürecinde kullanılan robotlar ve artan otomasyon… Arkasından internet ve akıllı telefonlar…
***
Şimdilerde herkes dünyanın bir dördüncü sanayi devriminin eşiğinde olduğu konusunda fikir birliği içinde…
Bu yeni devrimin hızını ve boyutunu henüz tam olarak kavradığımız söylenemez. Geride kalmakta olanı az çok anlıyoruz da, gözlerimiz gelmekte olanı tam seçemiyor şimdilik.
Ama görüyoruz ki, bu dördüncü devrimin temelinde, gelişip dijitalleşen bilgi işlem teknolojileri var, makinelerin makinelerle konuşması var, biyo teknoloji, nano teknoloji var…
Ve “her şeyin interneti” bu paradigma değişikliğinin merkezinde yer alıyor. Yaşama, çalışma ve birbirimizle ilişki kurma tarzımızı kökten değiştiren bir devrimin henüz başlarında bulunuyoruz.
Alibaba.com’un kurucusu Jack Ma’nın akıl hocası ve ilk fonunu sağlayan, şimdilerde 100 milyar dolarlık “dünyayı değiştirecek teknoloji” fonunu kurmakla meşgul olan Güney Kore asıllı Japon iş adamı Masayoshi Son’a göre, “Herşeyin interneti bir paradigma değişikliği... Devrim yeni başladı ve hiç bir devrim 50 yıldan az sürmez. Bu devrim bittiğinde dünyayı tanıyamayacağız. Dünya üzerinde insandan çok robot olacak. En az 10 milyar!”
***
Yeni sanayi devrimi hızı, genişlik ve derinliği ve de düzene etkisi bakımından daha önce yaşadıklarımıza benzemiyor.
Benzeyen yönü ise eşitsiz gelişmesi...
Bugün dünyada 4 milyar insan hala internet erişimine sahip değil.
İşin aslına bakarsanız, daha yaklaşık 1.5 milyar insan hala elektriğe erişemiyor. Yani ikinci sanayi devriminin nimetlerinden bile faydalanamıyor.
Bilim kurgu romanları ile tanınan William Ford Gibson’ın renkli olduğu kadar bir o kadar da doğru deyişiyle, “Gelecek çoktan geldi ama eşit dağıtılmadı...”
***
Biz, ilk sanayi devrimini kaçırdık.
Sonuçları ağır oldu.
Az önce bahsettik, İngiltere’den başlayarak ‘dokuma makineleşti’ diye...
Bu güç yeni bir siyaseti de beraberinde getirdi.
Özellikle de pamuk ve tekstil üzerinde…
O dönemde hemen her yerde olduğu gibi, Osmanlı’da da halkın en çok para harcadığı sektör tekstildi. Makine üretimi tekstil ortaya çıkınca İngiliz kumaşları geldi, bizim yerli dokuma sanayimiz, pamuklu pazarımız çöktü.
Prof. Halil İnalcık, o dönemde hemen bütün Osmanlı şehirlerinde bu işle uğraşanların ifl as ettiğini kaydediyor. “Mesela” diyor bir söyleşisinde, “1840’larda Üsküdar’daki 5 bin dokumacı aç ve işsiz kaldı.”
***
Tabii dokumayı başka ürünler takip etti. Ticarette büyük açıklar verildi. Osmanlı aşırı borçlandı. Sonunda da, ‘Muharrem Kararnamesi’ imzalandı.
Tarih, 28 Muharrem 1299. Miladi takvime göre 20 Aralık 1881.
Osmanlı bu kararname ile borçlarını ödeyemeyeceğini ilan etti. Alacaklıların devletin iktisadi faaliyetlerini kontrol edebilmesine imkan veren Düyun-u Umumiye, yani bugünkü Türkçe ile ‘borçlar idaresi’ kuruldu.
Sonrasını hepimiz biliyoruz...
***
Özetle, söylemeye çalıştığım şey şu:
Biz bu yeni paradigma ilgilenmesek de o bizimle eninde sonunda ilgilenecek. Demir-çelik sanayiinde, gazete-matbaa ya da kuruyemiş sektöründe olmamız fark etmez.
İşimizi etkileyecek...
“Tarihteki hareket üç farklı şekilde incelenebilir” diyor ünlü tarihçi Fernand Braudel, “Hızlı değişenler, yavaş değişenler ve hiç değişmeyenler…”
Zamanı gelmiş fikirler adeta tarihin hızlanmasına neden oluyor...
Gelgelelim, tarih hızlandı diye kimse bizi beklemeyecek. Daha önce beklemedi, şimdi de bizim yetişip yetişmediğimiz bizden başka kimsenin umurunda olmayacak.
***
94. yılını kutladığımız şu günlerde Cumhuriyetin birikimleri bize yeni sanayi devrimini ıskalatmayacak gücü sunuyor.
Üstelik iki önemli fırsatımız var:
Bir; bugün olduğu gibi, paradigmanın değiştiği dönemler, geriden gelen ancak yeterli altyapıya ve imkana sahip ülkeler için başlı başına bir yetişme fırsatıdır.
Büyük kırılmalar ve faz değişikliği dönemlerinde görece eşit yarışma koşulları oluşur. Doğru politikalar üretip, süreci iyi değerlendirdiğinizde yarışta öne çıkma imkanı sağlar.
Sektörlerini iyi seçip, küreselleşme sürecini kendi lehine değerlendiren Güney Kore gibi..
İkincisi ve daha da dikkat çekici olanı, yeni sanayi devriminin öne çıkan teknolojileri de Türkiye için bir fırsat…
Hemen bütün sektörlerimizde verimlilik artışlarına ihtiyaç var. Bu da ancak teknolojik yenilenme ile mümkün.
Bu dönemde öne çıkan ‘yıkıcı/yapıcı’ teknolojilerin hepsi, GERN kısaltmasıyla ifade edilen; genetik ve biyoteknoloji, enformasyon (bilgi ve iletişim) teknolojileri, robotik ve de nanoteknoloji Türkiye’nin imalat sektörlerini aynı anda dönüştürme ve verimliliğini artırma becerisine sahip…
Un, şeker ve yağ var…
Ateşi kuvvetlendirirsek, yani dünyayı iyi okur, doğru odaklanır ve doğru politikaları işi bilenlerle, liyakatla uygularsak, bu kez başarmamamız için bir sebep yok!
Yeter ki, bilgi ve azimle hareket edelim...