Ölümüne girilen bir savaşın ölümsüz bir karesi
Kurtuluş Savaşı Destanı ile bir milletin ölümüne verdiği savaşı, ölümsüz bir esere dönüştüren Nazım Hikmet, burada Atatürk’ün fotoğrafçısı Etem Tem’in Kocatepe’de çektiği bir fotoğrafı betimliyor.
Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu. Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki şayak kalpaklı adam nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden güzel, rahat günlere inanıyordu. ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında birdenbire beş adım sağında onu gördü. Paşalar onun arkasındaydılar. O, saati sordu. Paşalar: "Üç" dediler, sarışın bir kurda benziyordu. Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak Kocatepe'den Afyon ovasına atlayacaktı.
Kurtuluş Savaşı Destanı ile bir milletin ölümüne verdiği savaşı, ölümsüz bir esere dönüştüren Nazım Hikmet, burada Atatürk’ün fotoğrafçısı Etem Tem’in Kocatepe’de çektiği bir fotoğrafı betimliyor. Nazım’ın da ilgisiz kalamadığı, bir yanıyla sihirli bir fotoğraf karesi bu. 19 Mayıs 1919’dan 9 Eylül 1922’ye kadar süren, Atatürk’ün deyişiyle “Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar” şeklinde geçen milli mücadele yıllarının sembol fotoğrafı. 26 Ağustos sabahı Afyon Kocatepe’de saat tam 11’de çekilen bu fotoğrafı sihirli kılan anıyı ise Etem Tem sağlığında aktarmış.
Etem Tem hakkında
Fotoğrafın anısını aktarmadan önce bu kareyi tarihe ve milletin aklına kazıyan ve “büyük” fotoğrafçı sıfatını fazlasıyla hak eden Etem Tem’den kısaca bahsedelim. Etem Tem 1895 yılında Ankara’da doğmuş. Mülkiye mezunu. Osmanlı ordusunda asteğmen rütbesiyle Kafkas cephesinde de bulunmuş.
Kurtuluş Savaşı sırasında Garp Cephesi’nin fotoğrafçılığını yapmış. Siirt mebusu Mahmut Bey’in Cumhuriyet’in ilk döneminde yayımladığı Milliyet Gazetesi’nde foto muhabirliği yapan Tem, 1932 yılında Cağaloğlu Yokuşu üzerinde açtığı stüdyoyu 1934 yılında Beyoğlu’na taşımış.
Tem’in belgesel sinema çalışmaları da bulunmakta. Fotoğraf koleksiyonunu 1982 yılında eşi Melek Tem’den satın alan fotoğrafçı Yılmaz Dinç, 9×12 cm ebadındaki cam negatiflerin özenle korunmasını ve günümüze gelmesini sağlamış. Etem Tem 1971 yılında Ankara’da vefat etmiş. Tem, sağlığında bu ikonik fotoğrafın çekim anını olanca heyecanıyla tarihi kayıtlara geçirmiş.
Bu fotoğrafın sihri nerede?
Saat 11. Büyük taaruzun başladığı, bir milletin kaderinin tayin edileceği saatler. Taaruz emri verilip Türk askeri ileri atılalı 6 saat olmuş. Gerisini Etem Tem’in anılarından okuyalım. “O sabah Kocatepe’de bulunuyorduk. Taarruz, şafak vakti saat beşte başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa, günler ve geceler süren yorgunluğuna rağmen ayakta, vaziyeti adım adım takip ediyor, direktifler veriyordu.
Bir ara kumandanlardan ayrıldı. Tek başına, kayalıklar arasında dalgın ve düşünceli dolaşmaya başladı. Zaman zaman sahra dürbünüyle düşman cephesine bakıyordu. Bir aralık o kayalık tepenin ucuna geldi. Hafifçe eğilmişti. Başparmağı dudaklarının arasındaydı. Hemen objektifimi çevirdim, adeta nefes almayacak kadar bir sessizlik içinde deklanşöre bastım. Saat 11’di.
O gün sekiz on rulo film çektim.” 26 Ağustos sabah saatlerinde patlayan flaşların meyvesi 2 Eylül günü varılan Uşak’ta alındı. Etem Tem Afyon’dan Uşak’a bir haftadır yanında taşıdığı filmlerin bir kaçını yıkıyor ve Atanın bu unutulmaz karesi gün yüzüne çıkıyordu. Ata’nın bu kareyi gördüğü anı Etem Tem şöyle anlatıyor. "2 Eylül’de Uşak’a girdik. Vakit yoktu. Ahır bozması bir yerde bir kaç film yıkadım.
Fotoğraflar birbirinden güzeldi. Hemen dört tane yaptım, ertesi sabah götürdüm. Beni paşanın yanına aldılar. Berberi traş ediyordu. Odada portatif bir masa, bir portatif karyola, iki iskemle vardı. Salih (Bozok) Ata’ya odayı halılarla süsleyeceğini söylüyordu. Zira o gün Trikopis getirilecekti. Gazi, fotoğrafları aldı, baktı. Parmaklarını fotoğrafların üzerinde gezdirdi ve “çok güzel” dedi. Uşak’tan İzmir’e varmak da bir hafta sürdü.
Ama Ata’nın verdiği emir yerine getirilmişti. Türk ordusu Akdeniz’e ulaşmıştı. İzmir’e varan ordunun içinde Etem Tem de vardı. Tem o günü şöyle anlatıyor; “9 Eylül’dü, Kadifekale’ye çıkmıştık. Zaman güneş batımına yakındı. Deniz pırıl pırıldı. Şehir ayaklarımızın altındaydı. Körfezde bazı vapurlar vardı. Bir rapor geldi. Süvarilerimiz İzmir’e girmişti.”
Fotoğrafın sihri işte burada gizli
Yine Etem Tem anlatıyor, “Sonra otomobillerle şehre girdik. İlk işim bir fotoğrafçı bulmak oldu. Kocatepe’de çektiğim sekiz on rulo filmi bir Rum fotoğrafçıya verdim. Zaman geçirmek için etrafta biraz döndük, dolaştık. Sonra yeniden geldik.
Fotoğrafçı geldiğimizi, içeri girdiğimizi görünce 'fotoğraflarınız bir harika' diye bağırdı. Baktım fotoğraflar daha ıslaktı ama hakikaten birer harikaydılar. Taa Uşak’tan İzmir’e kadar bu anı bekliyordum. Fotoğrafların kuruyup, hazır olması için bir gün daha lazımdı. Ertesi gün gelip almak üzere karargaha, Bornova’ya döndük.
Ertesi sabah otomobille indik İzmir’e. Millet yollara dökülmüştü. Bayram vardı. “Biraz sonra Mustafa Kemal gelecek” dedik. Görmeliydiniz o anı. İzmir yanıyordu. Ne dost ne düşman belliydi. Cayır cayır yanıyordu İzmir. Fotoğrafçı dükkanının olduğu yere güçlükle varabildik. Fakat ne görelim, dükkan yanmıştı. Uşak’ta o ahır bozması yerde yıkayabildiğim birkaç film kalmıştı elimde. Ötekilerin hepsi fotoğrafçı dükkanıyla birlikte yandı kül oldu...”
Küllerinden doğan bir ülke
Küllerinden doğan bir ülkenin hikayesidir Ata’nın Kocatepe’de çekilmiş bu fotosu. Bu hikaye ne kadar anlatılsa azdır. Büyük bir kumandanın emir anında omuzlarına binen yük fotoğrafa bakan herkesin hissedebileceği kadar fazladır. Kolay değil Atatürk bu fotoğrafın çekilmesinden tam 6 saat önce “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri” demiştir. Bu sebeple bir sonraki kare Atatürk’ün Türk ordusuyla birlikte İzmir’e girişi olmalıdır.