Putin’in gölgesinde Türkiye’nin seçimi
“Dünya ne derse desin, ben bildiğimi okurum” anlayışı Putin’in yaklaşımına çok benziyor. Türkiye seçimini yaparken bu anlayışla yola devam etmenin maliyetini de hesaba katmak zorunda.
Bu yazıyı, Chelsea – Galatasaray maçını izlemek için geldiğim Londra’dan yazıyorum. Galatasaray’ın maçın hiçbir anında varlık gösteremeyerek elenmesi bana da bir düş kırıklığı yaşattı kuşkusuz ama “futbol bir oyun nihayet” deyip fazla dert edinemedim doğrusu. Türkiye’deki çıldırtıcı ortamın dışında kalmanın insana daha sağlıklı bir değerlendirme yapma olanağını verdiği Londra’da, ülkemizdeki son Twitter komedisini ve uygar dünyanın Türkiye’deki yasaklama girişimi karşısında gösterdiği tepkileri izlemek, emin olun çok daha fazla üzdü beni. Bu üzüntünün uzantısında bir kez daha “Türkiye nereye gidiyor?” sorusunu sormak ihtiyacını duydum.
Dünya nereye gidiyor?
Aslında bu soruyu “dünya nereye gidiyor?” sorusuyla birlikte sormak gerekiyor galiba. Son bir hafta içinde Londra’da izlediğim yayınlarda en fazla üzerinde durulan konu hiç kuşkusuz Rusya Devlet Başkanı Putin’in Batı’ya açıkça meydan okuyan hamlesi oldu. Kayda değer yorumcular arasında, Kırım’ı büyük bir rahatlıkla Rusya’nın bir parçası haline getiren Putin’in hamlesini yeni bir soğuk savaş döneminin başlangıcı sayanlar, hatta yeni bir dünya düzeni kurma girişimi olarak değerlendirenler hayli fazlaydı.
Bu tür değerlendirmelerin ne kadar doğru olduğu her halde zaman içinde daha iyi anlaşılacak ama Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrasında Batı’nın dünyaya kabul ettirdiği gelecek senaryosunun artık rakipsiz olmadığı söylenebilir.
Batı’nın senaryosu
Batı’nın senaryosu, Soğuk Savaş sonrasında oluşacak olan yeni küresel düzenin, küresel ekonomideki gelişmelerle belirleneceği varsayımına dayanıyordu. Bu yeni küresel düzende önemli rol oynamak ve söz sahibi olmak için, öncelikle ekonomik güce sahip olmak ve bu gücü geliştirmek büyük önem taşıyordu.
Çin bu fırsatı çok iyi kullanarak son 20 yılda önce ekonomik gücünü büyük ölçüde geliştirdi ve ABD’den sonra dünyanın ikinci en büyük ekonomisine sahip olurken küresel düzenin başrol oyuncularından biri haline gelmeyi de başardı. Soğuk Savaş döneminin iki süper gücünden biri kabul edilen Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya ise Çin’in başardığını başaramadı.
Putin’in tek şansı
Evet, Rusya ekonomide atılım yapmanın koşullarını yaratamadı, ekonomiyi sıçratacak bir yeni düzen kuramadı, ancak doğal kaynak zenginliğinin yarattığı rantı kullanarak ekonomisini ayakta tutabildi. Küresel düzendeki önemini korumak için de jeopolitik gücünü ve küresel enerji denklemindeki ağırlığını kullandı.
Ancak bu konumunu sürdürmesinin kolay olmayacağı belliydi. Putin, Rusya’da kurmuş olduğu rant dağıtımına dayalı düzenin bir ekonomik atılıma olanak vermeyeceğini anlamaya başlamıştı. Bu koşullarda Rusya’nın küresel düzendeki ağırlığını koruyabilmek için Batı’nın senaryosuna alternatif olabilecek bir yeni senaryo üretmesi gerekliydi. Bu yeni senaryoda ekonomik güç değil, eskiden olduğu gibi askeri güç ve bu gücü kullanma cesareti belirleyici olacaktı.
ABD ve Avrupa’nın bu yola girmek istememesi Putin’in cüretini artırdı ve bugünkü noktaya gelindi. Şimdi Rusya dışında başka ülkelerin de ilgisini çekebilecek, Batı’nın senaryosuna alternatif bir senaryodan söz etmek mümkün görünüyor.
Türkiye’nin seçimi
Önümüzdeki Pazar günü yerel seçimler için sandık başına gideceğiz Türkiye’de. Bu seçimlerin, yerel yönetimleri belirlemenin ötesinde bir önem taşıdığı, seçim sonuçlarının Türkiye’nin siyasi tablosunu etkileyebileceği bir sır değil. Özellikle iktidarın yerel seçimleri ülke çapında bir güç gösterisi olarak kullanmak istemesi bu seçimlerin önemini artırdı. Bu ortamda yerel yöneticileri seçmek için sandığa atılacak olan oylar iktidarın geleceğini ve Türkiye’nin seçimlerden sonra nereye yöneleceğini belirleyebilir.
Türkiye, 2000’li yıllarda, Batı’nın küreselleşme senaryosundan yararlanarak ekonomisini bir noktaya kadar geliştirmeyi başarabilmiş olan ülkelerden biri. Ayrıca geleneksel olarak Batı’nın etki alanı içinde kalmayı seçmiş olan bir ülke.
Ancak son dönemde Türkiye’de yaşananlar, Türkiye’yi yönetme ve büyütme kapasitesinin sınırına gelen bir iktidarın, içine düştüğü çıkmazı aşmak için farklı arayışlara yönelme olasılığının giderek arttığını düşündürüyor. “Dünya ne derse desin, ben bildiğimi okurum” anlayışı Putin’in yaklaşımına çok benziyor. Türkiye seçimini yaparken bu anlayışla yola devam etmenin maliyetini de hesaba katmak zorunda.