Piyasalardaki sükûnet neye alamet?

Güven SAK
Güven SAK DÜNYA İŞLERİ

 

Ben bu yazıyı yazmaya oturduğumda, seçim sandıklarının önündeki kuyruklar devam ediyordu. Sonucu daha bilmiyorum. Bu akşamdan itibaren hep birlikte “Şimdi millet ne demiş oldu?” diye seçim sonuçlarını tartışmaya başlamış olacağız. Bugüne kadar hep böyle oldu: Millet oy verdi, hep mesajı anlamaya, deşifre etmeye çalıştık. Hazır bu aradan istifade edeyim: Bugün ben de size Türkiye ekonomisi ile ilgili bir kısa değerlendirme yapayım. Geçen hafta benim en çok dikkatimi çeken gelişme, finansal piyasalardaki sükûnetti. Bu sükûnetin nereden geldiği konusunda doğru değerlendirme yapmanın ben önemli olduğunu düşünüyorum. Bugün size ne gördüğümü anlatayım.

Bana kalırsa, Merkez Bankası’nın zorunlu karşılıklara faiz ödenebileceğine ilişkin açıklaması, piyasalar tarafından, “ekonominin dümeninde birisi var” diye değerlendirildi. Kim kime dum duma bir manasız siyaset ortamında, Türkiye ekonomisinin yaşadığı zorlukları hafifletmeye yönelik bir adım doğrusu ya hoş bir sürpriz gibi oldu. Hepimize çölün ortasında bir vaha gibi geldi. Ben ortadaki sükûnetin “seçim sonuçları ne olur?” bekleyişinden daha çok, bu hoş sürprizden kaynaklandığını düşünme eğilimindeyim. Gelin anlatayım.

Önce vaziyetimizi bir özetleyeyim: Ben, Amerikan merkez bankasının fazla likiditeyi paspaslama operasyonunu başlattığından beri, Türkiye’de büyüme sürecindeki yavaşlama eğiliminin kesintisiz devam ettiğini düşünüyorum. Bakın mesela Merkez Bankamızın yayımladığı reel kesim güven endeksine. 2007-2014 Mart aylarını bir karşılaştırın. En düşük 2009 yılı Mart ayı imiş: mevsimsellikten arındırılmış endeks değeri 65,9; hatırlayın o yıl Türkiye ekonomisi hızla küçülmüştü. İkinci en düşük değer 2008 yılı mart ayında. Endeks değeri 103 olmuş. Küresel kriz patlamıştı. Burada ne olacağını bilemiyorduk daha. Son sekiz yılın üçüncü en düşük değeri ise, 2014 yılı Mart ayında. Endeks bu ay 105,6 değerini almış. Merak edenler için söyleyeyim. 2010, 2011 gibi yıllarda endeks değeri 110’larda geziniyormuş. Son sekiz yıl içinde en kötü üçüncü yıl bu 2014 yılı, Mart ayı endeks değeri öyle söylüyor. Ne demek? Üretim yapan şirketlerin morali açısından bakarsanız, son sekiz yılın en kötü yıllarından birindeyiz demek bu. Seçim sonuçları sizce üretim yapanların moralini artırır mı? Bu moralsizliğin kaynağında, iç talepteki daralma var. Dış talebin bir türlü canlanmamış olması var. Sizce seçim sonuçları ne olursa olsun, burada pozitif bir eğilim beklenebilir mi? Kendi başına hayır. “Dümende biri var mı?” sorusunun cevabına bağlı.

En son Ocak ayı ödemeler dengesi bilançosu rakamları açıklanmıştı. Cari işlemler açığı finansman rakamları 2013 Mayıs ayından bu yana ilk kez negatife döndü Ocak ayında. Şöyleydi, hatırlayın: 2013 yılının ilk yarısında memlekete fon girişleri aylık ortalama 6 milyar dolar civarındaydı. Yılın ikinci yarısında bu tutar 2 milyar dolara doğru geriledi. Sonra 2014 yılının ilk ayında negatif oldu. Para girmedi. Para çıktı. Hele bir seçim sonuçları belirginleşsin, bakalım ne olacak? Sizce Türkiye’ye yabancı fon girişleri, Twitter ve de Youtube’un yasaklandığı bir ortamda artar mı? Ne demiştim geçen hafta? “Sen dünyayı takmazsan, dünya seni hiç takmaz” Ben hala aynı yerdeyim. Burada pozitif bir eğilim beklenebilir mi? “Dümende biri var mı?” sorusunun nasıl cevaplanacağına bağlı.

İşte Merkez Bankası’nın zorunlu karşılıklara faiz ödemeye yönelik kararı, doğru yönde atılmış bir kriz yönetimi adımı olduğu için heyecan yarattı. En azından ben öyle düşünüyorum. Bu süreçte Türkiye ekonomisinin en büyük riski nedir? Dün Türkiye’de borçlar kamu kesiminde idi. Derdimiz kamu kesimi borçlanma gereği ve kamu borçlarının yönetimi hadisesiydi. Şimdi ise borçlar özel kesimde. Özel kesim borçları bankalara olan borçlar esas itibariyle. Sonuçta ne oluyor? Kredilerin yavaşladığı, tüketimin yavaşladığı, liranın hızla değer kaybettiği, ekonominin yavaşladığı bir ortamda, şirketlerin borçlarını ödeyebilmesi giderek daha da zor oluyor. Şirketlerin kredi borçlarını zamanında ödeyememesi, kimin derdi? En çok bankaların derdi elbette. Önce şirket bilançosu bozuluyor, sonra da banka bilançosu bozuluyor. Bunu da en iyi bankalar biliyor. 2008 küresel krizi başladığında, Merkez Bankası ve BDDK bankalara şirket borçlarının yeniden yapılandırılmasında yardım ettiler. O zaman da işler böyle başlamıştı. Bankaların kaynak maliyetlerini azaltacak adımlar atılmıştı. Banka bilançosu kötüleşmeden, şirket borcu, kötü alacak haline gelmeden bankalara erkenden davranıp bazı kredileri yeniden yapılandırma imkanı verilmişti. “Hangi borcu yeniden yapılandırması gerektiğini en iyi krediyi açan banka bilir” ilkesinden hareketle şirket borçları yeniden yapılandırılmış ve banka bilançoları ciddi bir hasar almadan 2009 daralması atlatılmıştı. İyi olmuştu. 

Şimdi Merkez Bankası’nın zorunlu karşılıklara faiz ödeme kararı, bankaların kaynak maliyetlerini azaltacak önemli bir adım. Şirket borçlarının yeniden yapılandırılması sürecinde bir nevi ilk adım. Şimdi bunun devamının gelmesi gerekiyor. Nedir devamı? Ticari krediye dönüşen mevduatın üzerindeki zorunlu karşılık yükü sıfıra kadar indirilebilir bir süre için. Bunun yanı sıra, bankaların alacakları kötüleşmeden müdahale etmelerine imkan vermek için, kredi yeniden yapılandırılmasındaki kurallar esnetilebilir. Bunlarla tamamlanırsa, kredi yavaşlaması ve azalan iç talebin şirket bilançoları üzerindeki olumsuz etkisi hafifletilebilir. Şirketlere bir nefes alma imkanı sağlanabilir. Merkez Bankası üzerine düşeni yaptı, şimdi sıra BDDK’dadır.   

Peki, bu yalnızca bir saman alevi midir? Bakın ona da geliriz. Açıktır ki, ortam 2008 ortamı değildir. O gün bankaların yabancı kaynaklara erişimi daha kolaydı. Şimdi değildir. Ama şimdilik gördüğüm şudur: Bu aralar ekonomi açısından temel merakımız “dümende biri var mı?” sorusunun cevabıdır. Ben piyasalardaki sükûnetin Merkez Bankası kararının “dümende sizi düşünen biri var, merak etmeyin” mesajı vermesinden kaynakladığını düşünüyorum. Bu daha bir ilk adım.
 

 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar