Merkez Bankası’nın yasasını değiştirelim mi?

Fatih ÖZATAY
Fatih ÖZATAY EKONOMİDE UFUK TURU [email protected]

Pazartesi günü Hakan Güldağ’ın ‘Merkez Bankası’nı tartışmalarla yıpratmamak lazım’ başlıklı yazısında vardı. Viyana’da yapılan ‘Fikir Sofrası’ toplantısının konuk konuşmacısı Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci’ye Merkez Bankası hakkında bol miktarda soru gelmiş. Bakan bir soru üzerine şöyle demiş: “ … Konu dönüp dolaşıp Merkez Bankası’nın yasasına geliyor. Merkez Bankası, mevcut yasasına göre fiyat istikrarını esas alıyor… Yasayı değiştirip Merkez Bankası’nın fiyat istikrarının yanı sıra ihracat artışını, büyümeyi, istihdamı da temel hedef olarak almasını sağlamak gerekiyor.“ 

Merkez bankalarına temel amaç olarak fiyat istikrarını sağlamak ve bunu yaparken de finansal istikrarı gözetmek görevinin verilmesinin önemli bir nedeni var. Merkez bankalarının kullanabilecekleri politika araçları (silahları) fiyat istikrarı ile finansal istikrarı sağlamaya yardımcı oluyor. Böylelikle de bir ekonomide belirsizliklerin azalmasının ve planlama ufkunun genişletilmesinin mümkün olacağı düşünülüyor. Kısacası, merkez bankalarının, fiyat istikrarı ve finansal istikrarı oluşturarak, yatırım yapılabilir bir ortam yaratılmasına katkı sağlamaları bekleniyor. 

Faiz düşür/artır, döviz kuruna müdahale et/etme, zorunlu karşılık oranını düşür/yükselt, sermaye yeterlilik oranını değiştir/değiştirme, açık döviz pozisyonuna daha fazla sınırlama getir/getirme, çık konuş/çıkma-konuşma, duyuru yayınla/yayınlama… Bankacılık düzenleme ve denetleme otoritelerinin ellerindeki politika araçları da dikkate alındığında, fiyat istikrarı ve finansal istikrardan sorumlu kurumların kullanabilecekleri araçlar bunlar ve benzerleri. H

angi merkez bankası, mümkün olsa da ülkesinin potansiyel büyüme oranını artırmayı, işsizlik oranını kalıcı olarak uzun yıllar ortalamasının altına düşürmeyi, ihracatı iki katına çıkartmayı istemez? 

İster elbette de merkez bankalarının ellerindeki araçlarla bu saydıklarımı gerçekleştirmek mümkün değil. Tıpkı, bu araçlarla Beşiktaş’ı Avrupa şampiyonu yapmanın, komşu ülkelerle ‘sıfır sorun’ sağlamanın ya da ne bileyim çok sayıda insanın hukuk sistemini sorguladığı ve çeşitli bakanların Anayasa Mahkemesi’ne güvenmediklerini açıklayabildikleri bir ülkede hukuk sistemini düzeltmenin mümkün olmadığı gibi. Türkiye yıllardır ‘yüksek orta gelirli ülkeler’ grubunda. Bu gruptan ‘yüksek gelirli’ ülkeler grubuna çıkabilmesi için Merkez Bankası’ndan medet umuyorsa vay başımıza gelenlere. 

Büyüme kuramı çerçevesinde geliştirilen modeller, ülkeler arasındaki gelir farklılıklarını teknoloji ve işgücünün eğitim (beceri) düzeylerindeki, sermaye stokundaki ve tasarruf oranlarındaki farklılıklarla açıklıyorlar. Ama bu yeterli değil; daha derine inmek gerekiyor. Şu sorular hala yanıt bekliyor: Neden Çin eğitim düzeyinde, kullandığı teknolojide ve sermaye stokunda atılımlar yaptı da, Nijerya yapamadı? Neden Türkiye, İrlanda ya da Güney Kore gibi sermaye stokunu artıramadı, teknolojisini yenileyemedi, iş yapma biçimlerini değiştiremedi, tasarruf oranını artıramadı, eğitimini yaygınlaştırıp kalitesini yükseltemedi? Bir miktar yaptı da, neden onlar kadar yapamadı? 

Bu tür sorulara doyurucu yanıtlar vermenin ancak derine inerek kurumsal yapıdaki farklılıkları incelemekle mümkün olabileceğini belirtiyor Daron Acemoğlu ‘Modern Ekonomik Büyüme’ adlı kitabında. Kurumsal yapı denilince hukuk sisteminden, politik sisteme kadar geniş bir yelpaze kastediliyor. Şüphesiz kurumsal yapıdaki farklılıkların önemini vurgulayan başka çalışmalar da var. Özellikle Douglass C. North’un çalışmaları önemli. North, iktisadi kalkınmada kurumların oynadığı rol üzerine yaptığı araştırmalarla 1993 yılında Nobel ekonomi ödülü kazandı. 

Hangi kurumlar? Dani Rodrik ‘Tek Ekonomi, Çok Reçete’ adlı kitabında ‘hangi kurumlar?’ sorusuna yanıt veriyor. Gruplara ayırmış kurumları. İlk grupta ‘mülkiyet hakları’ var. Ülkelerin istikrarlı bir şekilde büyüyebilmeleri için hem yasal çerçeve olarak, hem de uygulamada mülkiyet haklarını en üst düzeyde gözetiyor olmaları gerektiğinin altını çiziyor. Nedeni açık: Çabanızın karşılığını almalısınız. Çabanız sonucunda elde ettiğiniz getiriler üzerinde söz hakkınız yoksa onları kontrol edemiyorsanız, neden sermaye biriktiresiniz, yenilik yapasınız? 

İkinci grupta ‘düzenleyici kurumlar’ var. Mesela rekabete aykırı davranışları engelleyecek kurumlar oluşturmak gerekiyor. Ya da son küresel krizde gördüğümüz gibi finansal sektörün ileride herkesin başına bela olacak şekilde sorumsuzca risk almasını engelleyen bir kurumsal çerçeveye ihtiyaç var. 

Üçüncü grupta ‘makroekonomik istikrara ilişkin kurumlar’ geliyor. Para politikasını yürütmekle sorumlu olan merkez bankalarının yapısı nasıl olacak, nasıl çalışacaklar? Maliye politikası nasıl bir yapıda yürütülecek? 

‘Sosyal güvenlik kurumları’ dördüncü grubu oluşturuyor. Piyasa ekonomisi geliştikçe geleneksel yapı değişiyor; aile içi dayanışma artık yeterli olmuyor. İşsizlik ve yoksulluktan doğan riskleri azaltıcı mekanizmalar tasarlamak gerekiyor. Mesela ne tür transfer politikaları izlenecek? Beşinci grupta ‘çatışma yöntemi kurumları’ var: Hukukun egemenliği, yargının en üst kalitede olması, temsile dayalı siyasi kurumlar, bağımsız sendikalar, serbest seçimler, azınlık haklarını koruyucu kurumlar. 

Bu bulgular para politikası açısından olumsuz bulgular mı? Değil elbette. Bize para politikasının yapamayacaklarını gösteriyorlar. O zaman para politikası yapabileceklerine odaklanmalı: Fiyat istikrarını ve finansal istikrarı sağlamak. 

Dikkat: Merkez bankalarının fiyat istikrarına ve finansal istikrara odaklanmaları, üretim ve işsizlik ile ilgilenmedikleri anlamına gelmiyor. Aksine ilgileniyorlar. Para politikasıyla, büyüme oranının potansiyel büyüme oranından (işsizlik oranının ‘normal’ düzeyinden) sapmasını engellemeye çalışıyorlar. Elbette bunu yaparken fiyat istikrarı ve finansal istikrarı gözeterek yapıyorlar. İktisat kuramında, fiyat istikrarını ve finansal istikrarı sağlamayı amaçlayan bir merkez bankasının nasıl bir faiz tepkisi vereceğini belirlemek üzere geliştirilmiş tüm modellerde, faiz, sadece enfl asyona değil, üretim düzeyine de (işsizlik oranına da) bağlı olarak değiştirilir. Uygulamada da hem gelişmiş hem de çoğu yükselen piyasa ekonomisinin merkez bankaları böyle davranır. 

Kıssadan hisse: Merkez Bankası’nın yasasını değiştirerek gelişmiş ülkeler ligine terfi etmek gibi bir kolaylık yok. Ama değiştirilen yasada yeni verilecek görevlerle Türkiye’yi uzun süreliğine ‘orta gelir grubunda’ kalmaya mahkûm kılmak mümkün. Tercih yasayı değiştirme gücünü ellerinde tutanlarda. Kolay gelsin…

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Havuz problemi 01 Ağustos 2018
Elbette zor ama mümkün 20 Haziran 2018
Bazı basit gerçekler 06 Haziran 2018