Kadınsız ekonomi, akla ziyan
Türkiye’de neden 2.2 milyon kadın okuma yazma bilmiyor? Neden 43 ilden kadın milletvekili çıkmadı? Neden 29 milyon kadının 21 milyonu evde oturuyor? Neden kadın işveren oranı yüzde 8?
McKinsey ve TÜSİAD, Türkiye’de kadın istihdamı konusunda, iyimser bir raporu kamuoyuna sundu. Kadının iş dünyasındaki yeri temalı rapor, McKinsey’in dünya çapında yürüttüğü “Kadın Önemlidir” (Women Matter) çalışmasının Türkiye ayağı. Soru şu: Bizdeki yerel ve küresel 102 “önde gelen” şirkette kadın çalışanların temsil oranı nedir? Şirkette kaç kadın, hangi düzeyde çalışıyor? Ve bunun, şirketin kârına katkısı? Ülkenin zenginliğine katkısı? Raporda şirketlerimize bir uyarı var: Kadın çalışanı üst yönetimde görevlendirmemek, şirkete zarar. Eğer üst yönetim takımında en az 1 kadın bile varsa, o şirketin özsermaye kârlılığı yüzde 22 artıyor. Ama üst yönetimde hiç kadın yoksa artış oranı sadece yüzde 15. (İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İsveç, Norveç, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin’deki 279 şirketin 2007-2009 yılları arasındaki ortalama özsermaye kârlılığı).
Bizdeki 102 “öncü” şirkette kadın çalışan oranı ortalama yüzde 41. Ama ilk 10 şirkette üst yönetimde kadın temsil oranı yüzde 53. Sonraki 15 şirkette yüzde 38’e inmiş. Sonraki 25 şirkette yüzde 26. Sonraki 28 şirkette yüzde 15 derken, “öncü” şirketlerimizin son 21’inde hiç kadın üst yönetici yok. McKinsey bu durumu kibar bir dille eleştirmiş: “Nitelikli insan kaynağının yarısını görmezden gelmek hiç de mantıklı bir iş kararı değildir.” Çünkü ülkemizde üniversite mezunlarının yüzde 49’u kadın. Yüksek lisanslı kadın oranımız yüzde 45. Doktoralı kadın oranımız yüzde 46.
Bu verilere rağmen, Dünya Ekonomik Forumu (WEF) Toplumsal Cinsiyet Uçurumu İndeksi’nde (2015) Türkiye, 145 ülke arasında 130’uncu. Alt-indekslere bakarsak, kadının işgücüne katılımında 131’inciyiz. Eşit işe eşit ücret indeksinde daha (!) iyiyiz: 82’inci sıradayız.
Acaba Türkiye’de cinsiyet uçurumu “bir sorun” olmaktan ne zaman çıkabilir? WEF 2015’te bunun hesabını (!) yapmak mümkün: Cinsiyetinizi yazın. Ülkenizi yazın. Doğum tarihinizi yazın. Tıklayın. Cevap: Dünyada bu sorunun çözülmesi (bütün değişkenler sabit kalırsa!) 170 yıl sürecekmiş. Türkiye’yi 29 Ekim 1923 doğumlu bir erkek sayarsak, cevap şu: Cumhuriyetin 263’üncü yılında böyle bir sorunumuz kalmayacak!
Geleceği tahmine çalışan hesaplarda, değişkenlerin değişmeyeceğini varsaymak insana ferahlık verir. Ama bu, bir efervesan plasebo etkisidir sadece. Zaten ismi üstünde: Değişken. Değişmek zorunda. Biz buna uyum sağlamak zorundayız. Bizim, kadın özelinde ve erkeği de hesaba katarak, işgücüne katılım ve istihdam konusunda OECD ortalamasına yaklaşmamız için gerçek verilerden hareket eden, odaklı, kararlı yenilikçi “yeni” bir strateji geliştirmemiz şart.
Durumu iyileştirmeye çalışanlar var: Kamu, sivil toplum, özel sektör eliyle geliştirilen anlamlı, odaklı, rasyonel bir proje Girişimcilikte Önce Kadın. Vodafone Türkiye Vakfı, MEB ve Türkiye Bilişim Vakfı’nın gayretiyle 10 ilde, 100 öğretmenle 10 bin kadına bilişimi kullanarak girişimcilik hevesi aşılandı. Onları, istihdama sadece katılmaya değil, girişimci olmaya, patron olmaya teşvik eden bir projeydi bu. Katılımcılar oncekadin.gov.tr sitesinden, ürünlerini satışa sundular, el emeklerini kazanca çevirdiler. Proje burada durmayacak, 20 ilde 20 bin kadına daha ulaşacak. Böyle “tabandan tavana yükselen” yenilikçi projelerle, kadınların tek tek yaşamlarına dokunarak onları pasiflikten aktifliğe dönüştürmek mümkün olabilir. Proje kapsamında 5 katılımcıya toplam 26 bin 500 liralık “can suyu” da verildi. İşte böyle damlaya damlaya göl olacak. Yeter ki damlama sürsün...