Gelir eşitsizliğindeki artış ve olası çözümleri

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Herhalde iktisat bilimi dünyasında son senelerde Thomas Piketty’nin “21. Yüzyılda Sermaye” (Capital in the 21st Century) adındaki 700 sayfalık çalışması kadar ses getiren bir eser olmamıştır. Bu ilginin başlıca sebebi kitabın ana konusu olan gelir eşitsizliğinin son Büyük Resesyon’dan beri Batı dünyasında önemli bir gündem maddesini oluşturması. Diğer ilginç bir nokta da bu ilginin Piketty’nin bir Fransız olmasına ve kitabının sadece 3 hafta önce İngilizce’ye tercüme edilmiş bulunmasına rağmen oluşmuş olması. (Fransız ve de Fransızca yazan bir akademisyen olması önemli çünkü diğer pek çok disiplinde olduğu gibi (hatta çoğundan daha fazla oranda) ekonomi bilimi İngilizce hegemonyasındadır.

Piketty genç bir akademisyen olmasına karşın aslında ekonomi dünyası tarafından bilinmeyen bir isim değil. 1901-1998 yılları arasında Fransa’daki gelir dağılımının gelişimini inceleyen gene dev boyutlarda bir kitabı 2001 yılında yayınlanmıştı. O kitapta geçen asır başında milli gelirin 7 katına ulaşan Fransa milli servetinin savaş yılları olan 1914-1945 yılları arasında 3 kata kadar gerilediğini, ancak sonrasında (ve 1990 yılından sonra hızlanarak) yeniden 6.5 katına kadar ulaştığını ortaya koymaktaydı. Geçen asır başı ile bu asır başı arasındaki tek fark ise geçen asır başında milli servetin büyük kısmını zirai alanların oluşturmasına karşılık, son dönemde milli serveti büyük ölçüde konut sahipliğinin oluşturmuş olması. Piketty Fransa’da gelir dağılımında sadece milli servetin azaldığı 1914-45 yılları arasında kısmi bir düzelme görüldüğü, ancak bunun sebebinin ise savaş yıllarındaki yüksek enflasyon ve o dönemlerde zengin kesimden alınan yüksek oranlı servet vergileri olduğu sonucuna varmakta. 

Piketty’nin gerek önceki çalışmalarında, gerekse de analizlerini 20 küsur ülkeye ve 300 senelik bir zaman periyoduna yaydığı son çalışmasındaki ana tezi ise “normal zamanlarda kapitalin getirisinin (r) ekonominin büyüme hızının (g) üzerinde kalması nedeniyle milli servetin sermaye sahiplerinde toplanması ve gelir eşitsizliğinin artması”. Bu noktada gelişen teknoloji ile birlikte sermayenin getirisinin işgücüne göre yükseldiği ve bunun da gayet normal bir gelişme olduğu söylenebilir. Ancak, Piketty’nin iddiası bizatihi servetin servet kazandırdığı, yani işgücü getirisinin yüksek olduğu durumlarda bile sermayenin getirisinin daha yüksek kalmaya devam ettiği. (Bu arada Piketty’nin servet ve sermayeyi tek bir kavram olarak ele aldığını belirtmekte yarar var.)

Piketty’nin verdiği ilginç (ve İstanbul bağlamında bizi de ilgilendiren) bir örnek ise Paris’teki yeni arazi darlığı ve imar planlarının getirdiği kısıtlamalar nedeniyle konut fiyatlarındaki artış ve bunun servet etkisi. (Bizde de konut değerlerinde oluşan rantsal artışın vergilendirilmesi gündemde. Ancak bunun göründüğü kadar kolay olmadığını söyleyebiliriz.  

Piketty’nin gelir eşitsizliğindeki artışa karşı çözüm önerisi aslında basit ve bildik bir politika: Sermayenin mutlak olarak yüksek ve aynı zamanda da kademeli olarak yükselen oranlarda vergilendirilmesi. Ancak özellikle gelir eşitsizliğinin daha düşük olmasını beklediğimiz demokratik rejimlerde son 30 yıldır tersine bir trend gözlemlenmekte. Bu olguya, bu ülkelerde zenginlerin kendi çıkarlarına uygun ekonomik politikaları (düşük gelir vergisi oranı gibi) siyasetçilerden “satın almaları”, sermaye hareketlerinin küreselleştiği bir ortamda bir ülkenin vergileri azaltması durumda diğer ülkelerin de paralel şekilde azaltmaya gitmek zorunda kalmaları ve toplumda yüksek oranlı vergilendirmenin büyüme hızını düşürdüğü gibi (doğruluğu kanıtlanmamış) bir algının var olması şeklinde bazı açıklamalar getirilebilir.    

Bu tartışmalar bizim ülkemizi ise henüz o kadar da ilgilendirmemekte. Ancak 2007 yılından beri geçen 6 yılda gelir dağılımında kayda değer bir gelişme söz konusu olmadığını da hatırlatalım. (TÜİK’e göre 2007 yılında 0.406 olan Gini katsayısı 2012 yılında 0.402 olarak gerçekleşmiş. Bu katsayıdaki azalma gelir dağılımında düzelme anlamına gelmekte.) Özellikle, hane halkı borçluluğunda görülen hızlı yükseliş, ranta dayalı ekonomik aktivitelerde gözlemlenen artış ve milli gelir büyümesinde görülen yavaşlama gibi nedenlerle, önümüzdeki dönemlerde gelir dağılımında yeniden bir bozulma görülmesi çok da şaşırtıcı olmayacaktır. 
 

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019