2017’de önce güven arayacağız, sonra istikrar, ardından yine güven...
Bizim kültürümüzde, geleneklerimizde yok; ama “2016’yı nasıl bilirdiniz” diye sorulsa herhalde “İyi bilirdik” diyemezdik.
Dış politikadaki gelişmeler açısından da, ekonomik yönden de, hele hele 15 Temmuz’u ve sonrasında gelişen olayları düşünürsek iç güvenlik ve iç siyaset yönünden de zihinlerde hiç de iyi izler bırakmayan bir yıl geride kaldı.
Şimdi önümüzde yeni bir yıl uzanıyor. Ama bir yılı bitirip yeni bir yıla geçince sihirli bir el dokunmuşçasına ekonomideki sorunlar ne hafifliyor, hele hele ne yok oluyor. İstenildiği kadar önlem alınsın, istenildiği kadar iyi niyetli olunsun, bu zorlukların üstesinden bir çırpıda gelinemiyor. Kaldı ki bizim pek önlem aldığımız da, olumlu yönde adımlar attığımız da söylenemez ya...
Peki acaba geçen yıldan bu yıla devreden en büyük sorunumuz ne? Bu yıl en çok hangi sorunun üstesinden gelmeye çalışacağız?
Bu soruların tek bir yanıtı yok. Toplumun değişik katmanlarına göre farklı yanıtlar alınabilir. Biz, bireyler ya da belli gruplar için yanıt aramayacağız bu soruya. Ülkenin en büyük sorunu ya da sorunları ne olabilir, onu irdelemeye çalışacağız.
Güven, istikrar... Güven, istikrar!
Tüketici güven endeksi, ekonomik güven endeksi, reel kesim güven endeksi... Tüm güven endeksleri geçen yılı adeta dip noktalarda kapattılar. Sahi ne oluyor, niye böyle? Niye tüketici de, reel kesim de, yani tüketici de, üretici de ekonomiye güven duymuyor?
Belli ki ortada çok ciddi bir sorun var. Ekonomiye güvenin böylesine zayıfladığı, gelecek kaygısının böylesine had safhaya çıktığı bir ortamda insanların para harcamasını sağlamak, ekonomik çarkların durmasını önlemek nasıl mümkün olacak?
2017’de bizi siyaseten karmaşık günler bekliyor. Adı ya da tanımı ne olursa olsun Cumhuriyet tarihinin en köklü yönetim biçimi değişikliğine yelken açmış durumdayız.
Sakın vatandaşın geleceğe dönük güven ve istikrar kaygısının temelinde bu değişiklik çalışmaları yatıyor olmasın!
Kuşkusuz geleceğe kaygıyla bakılmasının bir başka nedeni de yurtdışında giderek uzamakta olan askeri operasyonlar, yurtiçinde zaman zaman yaşanmakta olan patlamalar, saldırılar... Uzatılan ve tekrar tekrar uzatılacağı izlenimi uyandırılan olağanüstü hal... Bütün bunlar, gelecek güvenini zayıflatan en önemli etkenler olarak karşımıza çıkıyor sonuçta.
Türkiye ekonomisinin her yıl belli bir miktar dövize ihtiyacı var. Bu ihtiyacı döviz kazanarak karşılamak durumunda değiliz, bu yüzden döviz borçlanmak durumundayız.
İyi de, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları olarak bizler ekonomiye güven duymuyorken, bu yüzden harcama yapmaktan kaçınıyorken, harcama yapmadığımız için işlerin durgun seyretmesine yol açıyorken, cebimizdeki paraya para kazandırmaktan vazgeçmiş en azından o parayı korumaya odaklanmışken, niye bir yabancı Türkiye’ye gelsin, para getirsin ki...
Yabancı gelmezse biz nereden bulacağız dövizi, nasıl döndüreceğiz çarkları, arzı azalan döviz de dönüp dolaşıp kıymetli hale gelmeyecek mi, pahalanmayacak mı sonuçta..
Çok dolar lazım, çok!
Eğer 2017’de yabancı yatırımcıyı tedirgin etmeyecek gelişmeler sağlayamazsak yabancı fon girişinde kayda değer bir rakama ulaşma şansımız çok ama çok az. Hatta giriş bir yana yüklü miktarda net çıkış yaşanması da muhtemel. Bunun ne gibi sonuçları olacağı da çok açık.
Türk parası 2017’de de “en azından şimdiki görünüme göre” hızla değer yitirmeye aday. Dolayısıyla Türkiye ekonomisi için 2017’de en büyük tehlikelerden biri Türk parasının değer yitirmesinden geleceğe benziyor. Daha basit ifade edelim, en büyük sorunumuz dolar kurundaki artış olacak gibi.
Ta ilkokul yıllarında şunu öğrenmiştik. Karşıdan karşıya geçerken önce sağa, sonra sola, sonra tekrar sağa bakılır ve koşmadan hızlı adımlarla karşıdan karşıya geçilir.
İşte şimdi biz de bu yıl önce dolara, sonra dolara, ardından yeniden dolara bakacağız! Gözümüzü dolardan bir türlü ayıramayacağız!
Çünkü bu yıl yaşayacağımız sorunlarımızın en büyük nedeni dolar kurundaki artış olacağa benziyor.
Bir kere dolar hemen hemen tüm paralara karşı değer kazanacak. Baksanıza dolarla euro neredeyse eşitlenme noktasına yaklaştı.
Dolara karşı bizim paramız mı güçlü duracak, değer yitirmeyecek yani... 2017’de TL’nin güçlü kalmasını sağlayacak koşullar var mı, yok... Tam tersine TL’nin diğer paralardan geçen yılın son aylarında daha fazla değer yitirme anlamında ayrışması gibi bir ayrışma olasılığı daha mı ağır basıyor, ne yazık ki evet... Dolar artmaya artacak ve bu çok büyük sorunlara yol açacak gibi görünüyor. Peki bu artışta bizim hiç mi hatamız yok. Yabancıya ne güven verir halimiz kalıyor giderek, ne istikrarlı bir ülke görünümünü koruyabiliyoruz.
Kaldı ki yurtdışı kaynaklı aleyhimize bir dizi gelişme kapıda. FED’in bu yılki faiz artışları, Trump’ın uygulayacağı şimdiden kestirilemeyen politikalar, bizden ve bizim gibi ülkelerden fon çıkışını çok daha artırabilecek. Tehlike büyük yani, kur artışı tüm tahminlerin ötesinde tırmanışa geçebilir ve geçen yılı arayabiliriz.
Bu borç çok baş ağrıtacak
Türkiye’nin dış borç stokuna ilişkin son veriler geçen yılın son işgünü olan 30 Aralık’ta Merkez Bankası tarafından açıklandı. Buna göre, Türkiye’nin 2016’nın üçüncü çeyreği itibariyle 417 milyar dolar brüt dış borcu var.
Bu borcun 103 milyarı kısa, 313 milyarı uzun vadeli. 417 milyar dolarlık borcun 122 milyarı kamuya, 964 milyonu Merkez Bankası’na, 294 milyarı ise özel sektöre ait.
Geçen yılın ekim ayı itibariyle bir yıllık dönemde ödenecek borç tutarını da aktaralım; 164 milyar dolar. Bu ödemenin 137 milyar dolarını özel sektör, 26 milyar dolarını kamu sektörü, 877 milyon dolarını ise Merkez Bankası yapacak.
Bir yılda ödenmesi gereken borcun aralık sonunda da 164 milyar dolar civarında olduğunu kabul edelim. Bu yılın cari açık öngörüsü 32 milyar dolar, yani ihtiyaç duyduğumuz döviz 196 milyar dolar.
Bir başka ifadeyle bu yıl kabaca 200 milyar dolara ihtiyacımız var. Bu parayı iki yolla ödeyebiliriz; ya tümü veya bir kısmını borçlanarak kapatırız ya da döviz kazancımızı müthiş artırır, ödemeyi öyle gerçekleştiririz. Türkiye ekonomisinin bu kadar döviz yaratma potansiyeli var mı, yok. Dolayısıyla borç paraya ihtiyaç duyacağız yine.
Aslında Türkiye uzun süredir yılda 200 milyar dolarlık bir ödemeyi rahatlıkla döndürebiliyor. Ama bu yıl biraz farklı, bu yıl eskisi kadar para da bulamayabiliriz, eskisi gibi uygun koşullu da bulamayabiliriz.
Çünkü bu yıl hem bölge karışık, hem dünya karışık, yetmezmiş gibi biz de koşar adım siyasi karmaşaya doğru gidiyoruz. Anayasa değiştireceğiz, referanduma gideceğiz; referandumdan evet çıkarsa Anayasa değişikliğinin bir kısmını hemen uygulamaya koyacağız, bir kısmını 2019’a bırakacağız...
Biz bile ne olup bittiğini anlamakta, izlemekte zorlanırken böyle bir ortamda yabancı Türkiye’ye akın akın gelir, para getirir mi? Üstelik ABD’de faizler ha bire tüm dünyadaki dolarlara göz kırparken...
Dövizle işimiz bitmiyor ki... Geçenlerde detaylı olarak ele aldık ve “Ya ödenemezse ne olur” sorusuna yanıt bulmaya çalıştık. Reel sektörün döviz açığından söz ediyoruz. Geçen yılın eylülü itibariyle varlık 98 milyar dolar, yükümlülük 311 milyar dolar ve buna göre açık 213 milyar dolar.
Kişi başına gelir yeniden 10 bin doların altına inebilir
Türkiye ekonomisi 27 çeyrek büyüdükten sonra geçen yılın üçüncü çeyreğinde daraldı. Ekonomideki bu daralma durgunluğa doğru yol almakta olduğumuzun işareti olabilir mi? Üçüncü çeyrekteki yüzde 1.8’den sonra son çeyrekte de küçülürsek çok şaşırır mıyız? Hatta ve hatta bu gidişle bu yılın ilk çeyreği de dahil üç çeyrek üst üste küçülür müyüz?
Bundan daha belirgin durgunluk işareti olur mu? Böyle bir tabloda zarar edecek şirketlerden vergi de alamayacağımıza göre makro dengeler açısından yıllardır başarı hanesinin ilk sırasına yazdığımız mali disiplinde durumumuz ne olacak?
Bu arada, 2009 bazlı yeni GSYH serisi ile birlikte kişi başına gelirimizi yeniden 10 bin doların üstüne çıkarmıştık. TÜİK, 2015 yılı kişi başına gelirini 12 Aralık’ta 11 bin dolar olarak açıkladı. Ama 2015’ten 2016’ya kişi başına gelir hesaplamasında çok şey değişti.
Bu, döviz kurundaki değişimdir. 2015 yılındaki ortalama kur 2.71’di. Geçen yılki ortalama kur ise 3.02 oldu. Orta vadeli programın 2016 yılı büyümesine ilişkin tahminlerini kullanarak yaptığımız hesaplama bize 2016 için cari fiyatlarla 2.6 trilyon liralık bir GSYH büyüklüğü veriyor. Bölüyoruz bu rakamı 3.02’ye, GSYH 851 milyar dolara iniyor. Bölüyoruz bunu da nüfusa kişi başına gelir 10 bin 800 dolarlara geriliyor.
Kur artışı bu yıl duracak mı, keşke! Ekonomi bu yıl çok canlı seyredecek mi, keşke! Dolayısıyla bir yandan kur artışı, bir yandan ekonominin görece yavaş seyretmesi büyümenin ve kişi başına gelirin daha da gerilemesine yol açacak gibi.
Biz cari fiyatlarla büyümeyi orta vadeli programda öngörüldüğü gibi aldığımız halde yine de pek parlak rakamlarla karşılaşamıyoruz. GSYH’nin OVP’de öngörüldüğü gibi cari fiyatlarla yüzde 12’ye yakın artacağı varsayımına göre, doların yıl ortalamasını da 3.75 alırsak, GSYH 767 milyar dolara, kişi başına gelir ise yeniden 10 bin doların altına iniyor. Kişi başına gelir 9 bin 660 dolar oluyor.
Varsayalım bu kötümser bir kur tahminine dayalı bir öngörü. Dolar kurunun sabit kaldığını ve yıl ortalamasının 3.52 olduğunu düşünelim. O durumda kişi başına gelir 10 bin 300 dolar olarak gerçekleşiyor ama yine de geçen yıla göre geriliyor.