Pazardan önce mevzuat
Türkiye'de otomotiv üzerine kiminle konuşsak vergilerin yüksekliğinin pazarın önündeki en büyük engel olduğunu söyler. Kesinlikle haklılık payı olan bir tespit. Türkiye'de klasik bir söylemle vergi tabana yayılamadığı için kümesin içindeki kazlar, kuru yolma sistemiyle elden geçiriliyor.
Dolayısıyla otomobillerin fiyatı suni olarak şişiyor.
Tüketicinin otomobillere ulaşabilmesi için gerekli olan kişisel servet artışı da istenen hızı yakalayamadığı için 1000 kişiye düşen otomobil sayısında Türkiye ortalamanın altında kalıyor.
Kimileri bunu medeniyet göstergesi olarak yansıtsa da ben bu görüşe karşıyım. Zira, bir ülkedeki otomobil sayısının yüksekliğinin medeniyetle doğrudan bir payı olduğunu düşünmüyorum. Kişisel gelir yüksekliği adet bazında otomobil alımını kolaylaştırsa da medeniyet tanımı bu datayla çok havada kalıyor bana göre.
Kaldı ki adet bazında araç fazlalığının getirdiği farklı zararlar da cabası. Bu girizgahtan sonra şu soruyu sormak istiyorum…
Türkiye'de otomotiv pazarı artırılmalı mı?
Bu sorunun tek bir yanıtı yok. Yanıt daha çok stratejik.
Pazar ile yatırım arasında doğru bir orantı kurulsa da yüksek pazarın yaratacağı/getirebileceği yatırımın boyutları da düşünülmeli. Pazar artırılmalı kararı alındığı anda vergileri aşağı çekerek bu sağlanabilir.
Fakat, her 100 otomobilden 70'inin yabancı olduğu bir yerde bu karara kim imza atmak ister ki…Rakamsal olarak çok büyük bir etkisi olmasa bile ki otomotiv özelindeki cari dengenin sürekli artı verdiği biliniyor, psikolojik olarak bir pazar tamamen ithalata bırakmak iyi bir etki yaratmayacaktır.
Türkiye'de üretilen araçların profili incelendiğinde pazarın yükselişinin net bir şekilde ithalatı artıracağı biliniyor. Zira, binek otomobillerin büyük çoğunluğu bireysel tüketiciden ziyade, şirket filoları tarafından alınıyor.
Kimse alınmasın ama bireysel tüketicilerin Tempra, Doğan, Şahin ya da Flash hayalleri kurduğu yıllar geçeli çok uzun zaman oldu. Ben bugünlerde "Parayı bulduğumda altıma bir Linea, Logan ya da
Symbol alacağım" diyen birisiyle henüz karşılaşmadım.
Bilinçli tercih yapan ya da başka bir deyişle profesyonel tüketiciler haricindeki insanlar için Türkiye'de üretilen araçların (birkaç istisna dışında) cazibesi olduğunu düşünmüyorum.
Kaldı ki yüksek pazarın üretimi doğrudan vuracağı da kesin.
Nasıl mı?
Kişisel servetin artmasıyla birlikte Fiorino, Beeper, Nemo gibi küçük hafif ticari araçların satışlarının kesinlikle düşeceğini söyleyebilirim. Çünkü, serveti artışıyla, konformist yaşam arasında doğru bir orantı bulunuyor. Kimse, daha iyisini, daha konforlusunu kullanabilecekken, daha azıyla yetinmez.
Bu Türk halkının tüketim alışkanlıklarıyla ilgili bir konu. Marlboro içmek, en üst telefonu kullanmak, en iyi TV'yi almak…
Bu otomobilde de aynısı olacak.
Fiorino'nun satışlarının yüzde 20 azalması demek, Tofaş'ta bir vardiya kaybı demek.
Rakamlara takılmadan konuşursak, bu rakam yüzde 20 olmaz yüzde 30 olur. Ama mutlaka bir etkisi yaşanır. Aynı şekilde yine Tofaş'ın üretmeye başlayacağı küçük sedan otomobiller için de yine üretim adedi vurulacaktır. Evet bazı otomobiller "başlangıç arabası" olarak yine satılacaktır fakat bugün "olmayan parayı borçlanarak bayilere koşanlar, peşinat gücü yükselince ya da aylık ödeme kapasiteleri artınca bu kez daha iyisine yönelecektir.
Sözü bağlamak gerekirse, Türkiye'de otomobil pazarının suni bir şekilde yükseltilmesi, temeli sağlam olmayan yapıyı sarsacaktır. Dolayısıyla pazar yükseltilmeden önce yapının düzeltilmesi çok daha büyük önem taşımaktadır.
Ve bu yapı da mevzuatlarda gerçekleştirelecek iyileştirmelerle düzeltilebilir.
Yazara Ait Diğer Yazılar
Tüm Yazılar